30 Aralık 2009 Çarşamba

ikibindokuz

İlk gününü Manisa'da geçirdiğim ikinci yıl.
İlk gününü Manisa'dan nefret ederek geçirdiğim ikinci yıl.
İlk beş ayını tek renk kıyafetle geçirdiğim tek yıl.
İlk beş ayını hayatımdan sildiğim yıl.
Mayısın ortasına kadar tek bir 90 dakika bile maç seyretmediğim yıl.
Michael Jackson ın öldüğü yıl.
Futboldan en uzak kaldığım yıl.
Tıraş olmaktan bıktığım yıl.
Kadınlardan en uzak kaldığım yıl.
En çok aç kaldığım yıl.
En çok sigara içtiğim yıl.
En çok kilo verdiğim yıl.
G3 ile tanıştığım yıl.
YTL nin TL olduğu yıl.
Beşiktaş'ın 6 sene sonra şampiyon olduğu yıl.
İlk kez duruşmaya katıldığım yıl.
En harika otobüs yolculuğunu yaşadığım yıl. (Tezkere sonrası İstanbul'a dönüş.)
Yaz tatiline çıkmadığım yıl.
İstanbul' a hasret kaldığım yıl.
Yarısı Spil eteklerinde geçtiğinden bir b.k anlamadığım yıl.
Tek başıma sinemaya gittiğim ilk ve tek yıl.
Gözlüksüz hayata alıştığım yıl.
Anlatacak askerlik anılarına sahip olduğum yıl.
Rijkaard ın Galatasaray'a geldiği yıl.
Sigara içmeye devam ettiğim yıl.
En az uyuduğum yıl.

Tadı tuzu olmayan yıl.

Hemen gitsin.

26 Aralık 2009 Cumartesi

Gidenlerden, Necati Ateş


Galatasaray'da golcülerin bol olduğu bir dönemdi . Hakan Şükür,Ümit Karan ve Hasan Kabze gibi isimlerin olduğu takımın dört değerli forvetinden biriydi. Özellikle ilk geldiği sezon çok güzel maçlarını hatırlıyorum. Galatasaray'a gelişi de 2003 yılındaki konfederasyon kupası performansı sonrasında gerçekleşmiştir. Ceza sahası dışından cesur şutları fileleri buluyordu. Hagi ile beraber Ümit Karan'ın gözden düşmesi ile Hakan Şükür ile iyi bir ikili oluşturdular. Galatasaray taraftarı Fenerbahçe maçlarında attığı golleri unutamaz. Hakan Şükür'ün vazgeçilmezliği belki de Ümit Karan ve Necati'nin şanssızlığı olmuştur. Fakat onları Galatasaray'da tutan şeylerden birisi de attıkları gollerin sıradan olmayışı. Necati de Ümit gibi zaman zaman uzaktan, ya da tek vuruşlarla futbol estetiğini kullanarak çok sayıda gole imza atmıştır.Necati'nin Eric Gerets'li ilk sezonda gösterdiği performansı ikinci sezonda gösterememesi gözden çıkarılmasına neden olmuştu. Aynı sezonda Ümit Karan da Necati ile benzer bir grafik çizmişti. Gerets şampiyon olan takımın forvet hattını değiştirmemiş ve 2006-2007 sezonuna da aynı forvetlerle devam etmişti. Fakat Necati 2006-2007 sezonunun en zayıf halkası olmuştu. Özellikle takımın maddi sıkıntı çektiği dönemde olimpiyat stadına alınan Şampiyonlar Ligi maçlarında beni bile çıldırtmıştır. Futbol garip oyun, benim hatırladığım o dönem ki kanat oyuncularının Cihan Haspolatlı, Orhan Ak gibi vasat olmaları  ya da Saido'nun Fransa Ligi ne transferi, yerine gelen tarihimizdeki ilk Japon  İnamoto'nun performansı bile belki de Necati'nin şanssızlığıdır. Bugün olsa oynar mı ? Evet oynar herhalde. O yüzdendir ki röpörtaj yapılmış kendisiyle.  Sezon başında olası sakatlıklara istinaden mevcut forvet sayısının yetersiz olduğu belliydi. Şimdilik Keita, Kewell ile giderilmeye çalışılan sıkıntıya belki de ilaç olabilirdi. Lakin giderken çizdiği görüntü bir daha asla dedirtmişti. Zaten ilk tanıdığımızdan beri ''ismi itibari ile iyi bir forvet olmasi imkansiz futbolcu. 2. ligde sag bek ismi bu cunku. ''(Ekşi Sözlük) şeklinde eleştirilere bile konu olabiliyordu. Sonuçta Kalli sevmedi gitti Skibbe ile ne yaptığı hakkında bir fikrim yok. Bence de biraz çenesini tutup işine baksaydı, belki düzgün ve  efendi haliyle biraz daha kredisi olurdu. Saha içinde 10 numara işler yaptı ama büyük takımlarda oynamanın handikapı da bu zamansız ayrılıklar oluyor. Yine de işe yaramayan Serkan Çalık ya da cenabet Linderoth kadar hakkı oluyor Necati'nin de Galatasaray için. Daha uzun yıllar izleyebilmek isterdik. Fakat o başka işlerle uğraşınca Hasan Kabze kadar katkısı olamadı. Necati Ateş Galatasaray'ın geçmiş yıl zararlarından birisi oldu.Kendisine Antalyaspor kariyerinde başarılar dileriz

24 Aralık 2009 Perşembe

Kartpostal II








Efsane geri döndü II

Bu 2009' un 2. Schumacher bombası bu sefer kesinlik arzediyor. Formula'nın eksilen seyircilerini tekrar ekrana kilitleyeceğe benziyor.

''Schumacher hakkında bir süredir devam eden söylentiler sona erdi. Mercedes takımı, yaptığı açıklamada, 7 F1 şampiyonluğu bulunan motorsporlarının efsane ismi Michael Schumacher'in yeni sezonda Mercedes ile pistlerde olacağını resmen açlıkladı.''

18 Aralık 2009 Cuma

Kartpostal



Bir zamanlar, ummadığınız birinden böyle bir kart gelebilirdi. Postacı kapıyı iki kere çalar ve evde değilseniz   zarfı kapının altından atar giderdi. Kartın arkasında bulunan  yeni yıldaki mutluluk ve sağlık temennilerinden ziyade, manzaranın içine dalardınız çocuksu hayallerinizle. Üstündeki pullar parmaklarınıza bulaşırdı. Yılbaşı bizim için çok önemli olmadı diyemeyiz. Tebrik kartı bekledik, yazdık, gönderdik.

Bayramlarda da olan kart tezgahları, yılbaşı öncesinde de meydanlarda bulunuyordu. Özenle arkası doldurulduktan sonra bir de postaya veriliyordu. Şimdi bunların yerine oturduğunuz yerden hoplayan zıplayan noel babalı ya da kar tanelerinin uçuştuğu tatsız .gif resimleri var. Fakat bu uygulamaların eski tebrik kartlarındaki tadı vermediği kesin. Postacılar bile artık sevilmez oldu. Ya bir fatura ya da başka cansıkıcı bir haberle geliyor kapıya. Bir mektup, bir kartın gelme ihtimali, yani postacının yüzünüzü güldürme ihtimali iyice azalıyor.

17 Aralık 2009 Perşembe

Ödül alan filmler

Sanat filmi diyorlar. 2005 yılında yapılmış, sinemalarda izlenmiş. Ben ilk defa izliyorum ve kimse izlemesin diye yazıyorum. Meleğin Düşüşü adlı filmseyrederken  bu bir Nuri Bilge Ceylan filmidir düşüncelerine sevk ediyor insanı. Fakat bu filmi ,bir zamanlar Şehnaz Tango dizisinin de  yönetmeni olan Semih Kaplanoğlu çekmiş . Kendisi çekmiş ama bizlere neden çektiriyor anlamadık. Şehnaz Tango referansını duyup bu filmi sinemada izlemediğime de şükür etmedim değil

Başından sonuna sıkıntıdan patlıyor ve bu filmin neresine ödül verdiklerini de düşünür oluyorum. Şu dakikalarda kız çıplak bir şekilde pencerenin önünde duruyor.Filmin son sahnesi,  kameraman da hayatında ender rastlayacağı bu sahneyi bize ve kendisine resimliyor. Bütün karakterler silik, hikaye silik, film tamamen karanlık ve bunaltıcı. Sanki film diye kullandıkları fotoğraf karelerinden ibaret. Fotoroman gibi bir şey.

Hatırladığım Nuri Bilge Ceylan'ın Uzak filmi de bu  film gibi ödül aldı. Dakikalarca karda yürüyen adamı izledik. Dakikalarca televizyon izledi aynı adam. Defalarca apartmana evine girip çıktı. Daha sonra  Üç Maymunda sadece Hatice Aslan'ın göğüsleri üzerine bir şeyler hatırlıyorum. Yavuz Bingöl odaya girdi çıktı defalarca telefon çaldı. Tren istasyonları bayırlı çukurlu dar sokakların aşırı derecede kullanıldığı sanat filmleri bunlar.

Bu filmler kim için çekiliyor onu da anlamış değilim, ama benim gibiler için olmadığı kesin. Böyle filmleri izleyip harcadığım zamanı düşündüğümde aklıma yoğun orta saha mücadelesi sonrası  0-0 biten ve hiç tat vermeyen maçlar geliyor. Adamlar uğraşmış, çekmiş, bir de ödül almış, vardır bir anlamı deyip geçemiyor insan.

9 Aralık 2009 Çarşamba

Nusret Baba , Heredot Cevdet




''Ne göreceksen gençliğinde gör, öyle sonradan göreceksen, önünü göremezsin''




''Biz Türkler, bir okey masasında, bir de pis yedili masasında kaybetmeyiz. Onun haricinde, bağlasan durmayız, toprağı masada veririz  Çünkü, nasıl olsa bir gün alacağımızı da biliriz''




Ekmek Teknesi...

6 Aralık 2009 Pazar

Acı samiyen

Galatasaray 1 İbb 1

Baros'un yokluğunda hücum hattı etkisiz kaldı.Nonda da formsuz ve ağar oynayan bir santrafor olduğundan, Galatasaray sene başında bahislerde üst oynanan takım olma özelliğini kaybetti. Peki hücum hattını haftalardır pasif hale getiren Nonda'nın oynama zorunluluğu mu vardır? Keita ile başlayıp, Kewell santrafor çıkamaz mıydı? Beni asıl yıpratan, bunu Skibbe yapsaydı, bu soruları sorduğuma üzülmezdim. Rijkaard' ın ilk 15 dakika  ile son 15 dakika, maçı kazanmaktan ve gol atmaktan vazgeçmesini anlamıyorum.

Hakem, korneri faulu görmeyebilir.Sen Galatasaray, ilk yarı koparacaksın bu maçı. 1-0 olmasın, bizim de olmasın. Bu rakip Real Madrid mi , biz 1-0' ı koruyalım?  Üstelik aynı sahada izlediğimiz,  Eskişehir ve Manisa maçlarının hiç mi dersleri çıkarılmadı ? Galatasaray Baros varken de tek santrafor, yokken de. Sekiz eksikli rakibinin bile, sıkıntılı anlarda koyabileceği bir santraforu varmış.

Galatasaray normalde de topu oyuna sokarken sıkıntı yaşıyor. Hiç pozisyon vermemesine rağmen savunmada Topal ile başlamak yanlıştır. Tecrübeli Emre Aşık bugün geri dörtlüde olmalıydı. Mehmet ortada, Barış ta kulübede olabilirdi. Ayrıca, bugün forvet tercihi Nonda olsa da olmasa da Keita sahada olmalıydı. Hem geriden oyun kurulurken Emre, hem de ileride etkili olmak gerektiğinde Keita olmalıydı.

Sonuçta Galatasaray büyük bir avantajı kaybetmedi. Belki de Kayseri'nin bu hafta o koltukta oturması daha anlamlıdır. Ama artık bütün herkes biliyor ki 1-0 hiç kimseye yetmiyor. Özellikle son 15 dakikada bütün hücumcularını kenara alan bir takıma hiç yetmiyor. Bugün takım halinde iyi top yapan ve pozisyon üretip,kendi kalesinde sıkıntı yaşamayan bir takımın 2-3 farklı kazanması gereken bir oyun vardı. Fakat geriden etkili oyun kuramamak, rakip defansı yıpratmayan bir forvetle oynamak, ve galip gelmek için her maçta şansın yardımını beklemek size puan kaybettirir.

Kaybedilmiş ne var ? Temmuz'dan Ekim- Kasım sürecine kadar olan bölümde rakiplerini zorlayan, yıpratan ve korku salan takım olma özelliği kaybedildi. Fenerbahçe maçının öncesi ve sonrası hissedilen gerilim sahaya yansıyor. Bu akşam kazansaydı da liderliği koruyacak bir takım görüntüsü veremiyor. Rijkaard' ın  tercihleri Galatasaray'ı durdurmaya yönelik olduğundan, otoritesini de kaybedebilir ve Galatasaray artık kötü oynadığı maçları kazanmak yerine, iyi oynadığı maçlarda da puan kaybetmeye alışır hale gelecektir.. Futbolcu şaşkın, olsun, biz yine lider oluruz diyor. Evet olabilirsin, ama bu kaybettiklerini 2-3 puanlık farklarla liderlik sürdürürken çok ararsın. O liderliği alma ihtimalin var tabi.

Kayseri ve Bursa bulunduğu yeri hak ediyorlar. Hatta yedi puan geriden gelerek, teknik direktörünü  değiştiren Trabzonspor, ve büyük takımlardan rahat rahat puan alan Eskişehirspor' da  bu zirveye gelirse şaşmayalım.

Dipnot: Hasan Kabze için hep bir şeyler yazasım geliyordu, erteliyordum. Bu akşam tribünde onu görünce, keşke kenarda öyle bir adamımız olsaydı, diye düşündüm. Şu an Hasan Kabze' ye, o kadar çok ihtiyaç var ki...


Tek Başına ''Neşeli Hayat''



Amacım, cumartesi gecesini bilindik bir eğlece havasında devam ettirmekti. Beyoğlu İstiklal Caddesi bir grup eylemci ile biraz gerilimli gibi geldi. Gaz maskeli polis kordonları arasında eğlence ihtimali tehlikeye düştü. Daha fazla vakit kaybetmek istemedim Galatasaray'dan ayrılarak TRT binasının karşısındaki Kasımpaşa Stadı ve muhteşem haliç manzarası  (İstanbul'un en güzel İETT durağı) olan  Tepebaşı İETT durağında otobüs bekledim. Sıkıcı bir otobüs bekleme eylemini bile keyifli hale getirebildiğim için kendimle barıştım. Daha sonra 83T ile Haşim İşcan geçidine kadar gerilimli bir yolculuk yaşadım. Sebebi 1,5 yıldır evlenemeyen bir çiftin otobüsün orta kapısındaki evlilik öncesi çelişkileri ile geçti. Bir anda tek başına yola devam etmenin verdiği buruk sevinç zihnimi kapladı. Eskiden beri severim Fatih güzel  ilçedir.Ne de olsa sur içidir. Karar verdim. Historia'ya sinemaya gitmek iyi fikir gibi geldi.

Neşeyi bir sinema filminde yakalama çabası, filmin daha çok dram sahnelerinin ağırlıkta olması sebebiyle tekrar dağladı yüreğimi. Ne ağlatan ne güldüren, fazla da düşündürmeyen bir varoş hikayesi. Uzak ta değiliz bu hikayeye. Televizyon filmi diyebileceğimiz sıradan bir film.Yılmaz Erdoğan'ın  BKM Mutfak ekibine büyük bir kıyağıdır. Bir senede böyle 5 film daha çekilebilir diye düşünüyorum.

Hep merak etmişimdir, tek başına sinemaya gitmek nasıl bir eylemdir ? Aslında gayet rahat bir seansta hoş vakit geçiyor. Yalnız olmak sıkıcı gelse de böyle zamanları sinema ile doldurmak gayet mantıklı bir hamleymiş.

  

26 Kasım 2009 Perşembe

İngiltere'de Türk Sokağı ''old trafford ''

Manchester 0 Beşiktaş 1


http://i.telegraph.co.uk/telegraph/multimedia/archive/01531/besik-cel_1531075a.jpg

Seyredilmemiş bir maçın üzerine yazmak doğru olmaz fakat bu bir ingiliz takımını deplasmanda yendiğimiz maç olursa yazarız. Tarihimizde pek az rastladığımız olaylar bunlar. Benzer zafer hikayelerini bir elin parmaklarıyla anca sayarız. 1993 yılında aynı sahada 2-0 geriye düşen Galatasaray'ın maçı çevirmesini de, 1996 ta Boliç'in golüyle kazanılan maçın hafızalarımızda olduğunu biliyoruz. Tarih nasıl kazanıldığını değil, hep sonuçları akılda tutuyor. Fenerbahçe-Chelsea, Leeds - Galatasaray serileri akıllardan çıkmıyor. Beşiktaş Liverpool serisi bir garip olsa da Chelsea deplasmanındaki Sergen'li maçı unutmak mümkün değil.

Böyle 2-3 senede bir görebildiğimiz maçlardan birini seyretmediğim için çok pişman oldum. Sabah skoru görünce şaşırdım. Ertem Şener'in anlatımına daha bir şaşırdım. Bu Ertem iyi ki 2000 deki UEFA finalini anlatmamış. O günkü Taffarel i görüpte bir yerlerini öpmemesi mümkün değildi. Neyse Özel Televizyon'da çalışıyor. Tribün görmüş insan bunların 5000 çeşidini söyler duyar. Ama ekran başında biraz değişik olmuş. ''Ertem Şener ne yaptın ?'' dedirtiyor.

25 Kasım 2009 Çarşamba

Siyah & Beyaz


Farklı renklerin dostça mücadelesi buna denir.


''Nip/Tuck’ın Michelle’i Sanaa Lathan''

24 Kasım 2009 Salı

24 Kasımlar, Öğretmenler



Devlet okulunda okuyanlar bilirler

Elleri sigara kokardı öğretmenlerin.

Vurduğu tokatların sızısı yüzümüzden, eldeki izmarit kokusu burnumuzdan gitmezdi.

Sözlüye kaldırırlardı. Beklediği cevabı alamadığında rencide etmeye çalışanları vardı.

Öğretmenler günü geldiğinde çeşit çeşit hediyeleri kabul etmek zorunda kalırlardı.

Bazıları vardı ki her öğrenciye isim takarlardı.

Başarılılara ayrı başarısızlara ayrı bakarlardı.

Okulları kışlaya benzetenler bile olurdu.

Genelde öğrencilerine soyadları ile hitap ederlerdi. (Benim soy ismim normalde kız ismi olarak

kullanıldığından iyice kıl olurdum )

Kimisi, öğrenmediğini öğretemediğinden rahatsız da olmazdı.

Müfettiş hikayeleri hababam sınıfından farklı değildi.

Daha bir sürü işe yaramaz çeşidi vardı...

Elime ilk cetveli yediğim günden sonra soğudum onlardan daha 7 bile değildim.

Ama aralarında iyileri de vardı.

Dersini sevdirmekten öte, gezilere, tiyatroya götürenleri vardı.

Öğrenciyi ismiyle hatırlayanı vardı.

Keyifli ders işleyenleri hatırlar gibiyim.

Gülümseyenleri, gerçekten anaç olanları, babacan olanları vardı.



Şu an bu konu çok karmaşık benim için... sevdiklerim de var nefret ettiklerim de...

Şimdi Öğretmenler Günü gelmiş iyileri ayıralım, sevelim, sayalım, günlerini kutlayalım...





14 Kasım 2009 Cumartesi

Cumartesi çalışmak.

Haftanın altı günü çalışmak veya sadece pazar izin yapmak gibi bir başlık ta atılabilirdi. Ama en acı vereni cumartesi çalışmak. Yıllardır iş güç aleminde irili ufaklı kuruluşların bünyesinde mesai doldurdum. Çok azında 2 gün izin yaptığımı hatırlıyorum. Zaten zamanı en ekonomik kullanabildiğim dönemler o iş yerlerindeki huzurlu günlerime rastlar. Her iş görüşmesinde aslında ilk öğrenmek istediğim madde o harika Cumartesi gününde çalışıp çalışmadıkları olmuştu. Hep aynı sözler konuşuldu. Bu konuda bir düzenlememiz olacak sorun etmeyin gibi cümlelerle geçti zaman. Çünkü o an için bir cevap vermek gerekiyordu talihli işverene. Çünkü hiç bir işi cumartesi çalışıyorlar diye reddetmedim ben.

2001-2005 arasında pazar günleri bile çalıştığım iş yerinden nasıl nefret ettiğimi anlatayım. O dönem İngiltere Premier Ligini Ntv yayınlıyordu. Okay Karacan, Murat Kosova gibi işin ehli spikerlerden o maçları hiç izleyemedim ben. Oysa en güzel maçları cumartesileri yayınlıyorlardı. Okay Karacan'ın sıradan bir golü bile abartılı anlatışı Premier Ligi en gözde liglerden biri yapmıştı yurdumda ama ben yetiştirmem gereken muhtasar beyannameleri dolduruyordum.

Mesela benim cumartesi nerede olduğumu herkes biliyordu. Cumartesi gününü gezmeye tozmaya, alışverişe ayıran arkadaşlar önce bizim büroya uğrar çayını içer sohbetini yapar daha sonra beni Leitz klasörlerin ve boş beyannamelerin arasında bırakıp kendilerini ise İstanbul sokaklarına atarlardı. O dönemlerde bugünkü gibi Facebook yoktu. Yani bizim bir sanal çiftliğimizde olamıyordu. Fakat Messengerdaki kişi listesinin seyrekliği herkesin iş dışında olduğunun bir kanıtıydı. İşte o zaman sadece Messengerde değil hayatın içinde de çevrimdışı olabilmenin varlığını hissediyordum.

Hiçbir Formula 1 sıralama turunu ekran başında izleyemedim ben. Hiç bir tur şirketinin internet sitesine girip hafta sonu kaçamakları için rezervasyon yapamadım. İnsanlar harıl harıl Göreme turu yaparken ve bense kız kulesini göremez olmuştum. Cumartesi tam mesai demek büyük bir huzursuzluk demekti. Çünkü iş hiç bitmedi ve bitmeyecekti. Geçen zaman geri gelmeyecekti ve gelmedi. En basitinden şimdi şifreli kanal veriyor Premier Ligi. Hadi seyret bakalım şimdi seyredebilirsen.

Okul yıllarından bu yana izleyebildiğimiz Beyaz Şovu izleyemez hale gelmiştim. Ertesi gün işe gitme duygusu o programı seyretme keyfine limon sıkıyordu adeta. Sabah herkes evde uyurken kalkıp evden çıkmak. Bir önceki güne göre çok daha seyrek olan otobüs durağında daha uzun süre otobüs beklemek ve boş yollarda hızlı bir şekilde ulaşacağın iş yerinden sandığından daha fazla nefret etmek huzursuzluk ve mutsuzluğun ifadesiydi.

Neden çalışıyorduk ? Para kazanıp, o parayı harcayabileceğimiz ortamlarda yaşayıp mutlu olmak için. Peki ne yapıyoruz ? Aylık ücreti karşılığında hayatımız satıyoruz. Özgürlüğümüzü kısıtlıyoruz. Yani en azından ben bunu büyük kayıp görüyorum. Her cumartesi öğleden sonra haftanın yorgunluğunu hissediyor yemek sonrası giderek yavaşlayan bir performansım oluyor. Sonra bu yorgunlukla neden buradayım diye sorgularken ? sinirlendiğimi de fark ediyorum. Devamında da baş ağrısı geliyor. Akşam 5 e doğru nihayete eren cumartesi mesaisi benim başıma dışarı çıkıp hava almak yerine, eve gidip yatmam gerekiyor diyen yeni bir patron oluyor. Bu güzel cumartesi akşamı iş çıkışı nereye gidilir diye düşünmek yorgun bedene yapılmış ağır bir küfür oluyor.

Günümüzün moda deyimlerinden kurumsallık yerle bir olmuş oluyor. Çalışanların performanslarını morallerinin bozukluğu etkiliyor. Ortaya bir yığın mutsuzluk salınıyor. Şimdi gel de o prezentable görünüme layık ol. Şimdi gel de analitik düşün. Şimdi gel de üretken ol.

Bugün bir sürü işsizin olduğu ortada. Benim yerime bu işi yapacak en az 100 kişi başvurur firma ilan verse. Yani ben bundan şikayet ederken başkaları sorunsuzca katlanacak bu duruma. Çünkü işte sıkıntı çekmek işsiz kalıp sıkıntı çekmekten 1000 kat daha iyi gelecek. Benim mecburen katlandığım gibi. Durum değişmiyor zenginlerin işini yapıp onları daha da zengin etmeye devam. Bizim mutsuzluğumuz onların mutluluğu olacak.



8 Ağustos 2009 Cumartesi

Mecburiyet

Uyumak mecburiyet, uyanmak mecburiyet

ağlatmak olmasa da ağlamak mecburiyet

gülmek isteğe bağlı, güldürmek mecburiyet

parayı sevmek değil, kazanmak mecburiyet

yemek içmek olmazsa, açlıktan ölmek mecburiyet

hayal kurmak serbest, gerçekler mecburiyet

kovalanırken kaçmak mecburiyet

güzeli sevmek hoş, aldanmak mecburiyet

yaşamak varsa eğer aşk mecburiyet.



tek bıyık

7 Ağustos 2009 Cuma

Özleme dair.




birçok güzelliğe benzetebilmek varken seni,

yaklaşabilmek varken yanına,

dokunabilmek varken sana,

uzaktan düşünmek daha cazip geliyor adama...

akıldaki bütün cevapsız sorulara rağmen ,

sadece peşinden koşan düşüncelerle,

adımlarımı tutan birşeyler var ...

yanındayken uzak olmaktansa

uzaktan haber almak

aynı sokakta nefes almaktansa

başka bir şehirde haberini beklemek daha cazip ..

oysa mesafelerin uzaklığı anlattığını düşünüp bahane uydurmuş adam

asıl mesafe akıllarda kalmış ...

bütün çarelerin tükendiği bir anda

bitmek üzere olduğunu düşünmek istemeden

yarına da bir bakmadan kestirip atmamalı diyen bakış ,

ve o bakışın içindeki umut,

umuda bağlı sallanmalar,

ertelemeler,

geciktirmeler,

acabaların birbirini doğurduğu zamanlar,

ve arkadan sana benzeyen sarışınlar

varlığını bilip seni görememektense

onlara da bakmadan yürümek daha cazip geliyor.....


tek bıyık

6 Ağustos 2009 Perşembe

Eme sen dialogları

sanaldan saldıran : moruk nabıyon canım çok sıkılıyo benim..

yılgın daraloğlu : iyi hajı abi Galassarayın maçı vardı onu seyrettim kendimden geçtim.

sanaldan saldıran : ne maçı moruk bu sıcakta

yılgın daraloğlu :avrupa ligi ön elemesinin rövanş bilmemnesi kıytırık bir takıma 6 tane
salladık ne oldum delisi olduk hajı abi

sanaldan saldıran : abi bende nette hatunlara saldırıyorum mesajlar yazıyorum
çiziyorum cvp yok deli oldum

yılgın daraloğlu : Olm işi bilmiyosun sen hava sıjak civcivler serin havalarda nette gezer
sen bu sıjakta bunaltma kızların porfillerini yeter vazgeç

sanaldan saldıran :moruk saldırıyorum ben devam her türlü

yılgın daraloğlu :bak düşünsene civcivler yanıyo sen yanıyosun pc monitör herşey yanıyo
bitik yani ortamlar topla kendini vazgeç hacı abi

sanaldan saldıran : moruk sende yok mu hareket bereket maçlardan sıkılmadın mı ?

yılgın daraloğlu : hiç öyle panik yapmıyorum bu ara nadasa bıraktım enerji yok
hiç uğraşamam kadınlarla

sanaldan saldıran :valla ben de öyle yapıcam galiba moruk

yılgın daraloğlu : ha şöyle hiç zorlama hacı abi. mevsim normalleri bu işlerin kesat
olduğuna delalet. bulan buldu mercimeği derin dondurucuya koydu sonra ısıtıp ısıtıp yiyecek
sana bana düşmez. tren kaçtı bu yaz için hacı abi 3 aylardayız 2 hafta sonra ramazan ruhani
olaylar başladı toplumda çoğu tatilde zati yorma kendini yat uzan yarın iş var..

sanaldan saldıran : tamam abi bütün keyfim kaçtı zaten ben en iyisi yuufreebilmemnelere takılıyım

yılgın daraloğlu : sieeeee

3 Ağustos 2009 Pazartesi

Ayrılık yazısı


Daha dünyaya geleli 3 sene olmuştu başladı beraberliğimiz. Yıllarca kime anlatsam şaştı kaldı bu duruma. O yaşta başlanırmı bu işlere diye? Halbuki benim için çok normal olmuştu. Yıllarca gözümün önünden ayırmadım seni. 18 yaşına geldiğim de biraz sıkıldım senden ayrı yaşadım. Baktım olmadı bi tarafım eksik kaldı tekrar beraber olduk. Arada sırada değişlikler oldu sende. Yine de sevdim seni zorunlu olarak ta olsa sevdim. Kim bilebilirdi ki yıllar sonra ayrılacağımızı ? Kim bilebilirdi seni bir başkasına tercih edeceğimi ? Fakat oluyormuş insan bazen değişiklik istiyormuş. Vazgeçebiliyormuş. Bende sonunda yaptım bunu ihanet zamanı geldi. İtiraf ediyorum seni 2 gündür aramamış olmamın bir sebebi var. Başkası var artık hayatımda. Devamlı yanımda olacak şey sen değilsin artık. Bunca yıl sonra olur mu ? Olur olmalı. 26 sene geçmiş seninle dile kolay. Derin çizgilerin var yüzümde. İlk korkularımı ilk sevinçlerimi seninle yaşadım ben. İlkokulda Lisede hep beraberdik. Seni bazen bir yerlerde unuturdum sonra geri döndüğümde hep bulurdum. Sende beni yalnız bırakmadın sağol. Kim bilir belki bir gün yeniden kesişir yollarımız ? Ama mümkünse bir daha görüşmeyelim. Bütün katkılarından ve iyiliklerinden ötürü sana çok teşekkür ederim. Elveda gözlüklerim.

2 Ağustos 2009 Pazar

Burcu ESMERsoy



Ntv yaz ekranı için spordan başka programların da sunumunu gerçekleştiren ve yine beğenimizi kazanan Burcu Esmersoy'un gerçekten esmer olduğu durumları da olmuş. Biz sarışın tanıyoruz, biliyoruz, izliyor ve beğeniyoruz. Lakin daha önce siyah saçlarıyla karşımıza çıkmış ki daha da yakışmış. Alakasız bir şarkıcı Azeri kızı Güner'in didem klibinde İbrahim Tatlıses yönetmenliğinde saçma bir senaryoda abidik gubidik el hareketleriye gözükmüş bize. O zaman göbeği açıkta bırakan kazaklar ve kıyafetler modaymış. Yine güzel Burcu Esmersoy. Ama klip şarkı yönetmen ve senaryo olmamış. Burcu Esmersoy'a rağmen bizde unutmuşuz . Google sağolsun neler çıkıyor geçmişten.

27 Temmuz 2009 Pazartesi

Gençliğin gözyaşı R.E.R



Gönül Yarası kapanmayacak bu adamın. Bu duruş sadece onda var. Eller aşağıda paralel tutuş. Hüzünlü bir ifade ve mutlaka krem ya da kahvemsi bir renk var kıyafetlerinde. Özel hayatındaki durumları bizi hiç ilgilendirmiyor. Kendisi şarkılarıyla hepimizin hayatını kararttı genç yaşta. Hiç yenilemedi kendisini. At yarışlarındaki beyaz bayrak ayna misali çıktığı gibi geldi. Öyle kaldı değişmedi. Rüzgar kahverengi ceketini uçuşturdu kliplerinde o hep kaybetmiş adamı anlattı dinletti yaşattı. Albümler hep birbirinin benzeri belki. Hep aynı lezzete sahip Ali Muhiddin Hacı Bekir lokumcusu badem ezmesi ile nasıl yıllardır aynı tadı sunuyorsa Rafet El Roman da aynı tadı bırakıyor kulaklarda. Popüler müziğin damarı bu olsa gerek. Bazen serzenişte bulunuyoruz Levent Yüksel Med Cezir gibisini neden yapmadı diye. Rafet yıllardır aynı albümü yapıyor. Ondan da sıkılır bizim insanımız. Yine de şu kesindir ki hayata doğuştan 1-0 yenik başlayan nesilleri ve toplumun nabzını iyi tutmuş. Kendisi hayatı arabesk yaşayan bu topluma uzaklardan dahil olmasına rağmen şifreyi iyi çözmüş. Şimdi bir de yedeğini bıraktı. İyice heder etti bizleri.

25 Temmuz 2009 Cumartesi

Değişiklik iyidir.


Değişik bir transfer şekli. Eto ile ilgili hep mutsuzmuş hissi veren haberler dolaşırdı Barcelona forması giyerken. Son dönem benzer haberler İbrahimoviç için de İnter'de konuşuluyordu. Fotbolseverler için keyif verici bir haber açıkçası ben Eto'yu La Liga da görmekten İbrahimoviç i Seri A da izlemekten sıkılmıştım. Yıldız futbolcuların bu şekilde yer değiştirmesi yine de bize garip geliyor. Mesela eldeki tek yıldız forvet Baros'u verip kimi alabilirsin ? Neyse bizim ligimizi aşan haberler bunlar.

Kurabiye canavarı

Kurabiye ve sütü akıllara kazıdın. Ama hiç birini yemedin sen hep yerlere döktün. Demek ki yerlere kırık dökmek doğru bir şeydi. Öyle gördüler senden. Başka insanların önündeki kurabiyeleri de yedin. Başkasının hakkına göz dikmeyi öğrendiler ve yine kötü örnek oldun masum yavrulara. Sevimli adamdın ama pek hayrın dokunmadı sevenlerine. Ama sen bir canavardın ve işini iyi yapıyordun. Suç seni izleyenlerdeydi. Bir çok velet seninle büyüdü. Bugün sevenlerin trafikte yol vermez oldular. Hırsız huysuz oldular. Hak hukuk kavramlarını senin gibi çarçur eder oldular. Onlara sen öğrettin bu dümenleri. Tüylerin dökülsün kurabiye canavarı.





24 Temmuz 2009 Cuma

Med Cezir


Yıllardır bıkmadan usanmadan ve ileri geri sarmadan dinlediğim tek albüm. Muhtemelen o dönemde albümü dinleme şansını yakalayabilen bir çok kişi aynı durumu yaşayıp keyif almış olmalı. O zamanlar Compact Disc yeni yayılmaya başlamış kasetçalar cihazların ciddi şekilde hüküm sürdüğü mp3' ün hayal bile edilemediği dönemlerdi. Kaseti yerleştirmeden önce cihazın içinde bantı okuyan kristali kolonyalı pamukla silerdik. Daha sonra bas play e çalsın. İşte o zahmetli eylemi çok az gerçekleştirdim bu albümü dinlediğim dönemlerde. Şarkıların hepsi birbirinden güzeldi. Sadece Dedikodu' ya uzaktım o zamanlar biraz garip gelmişti. Sonra Orhan Veli'yi tanıyınca Dedikodu sever oldum. Şimdi hiç bir albümün tamamını dinleyecek tahammülüm yok. Çünkü böyle bir eser yok. Tadı damağımızda kaldı.

19 Temmuz 2009 Pazar

Melisa Sözen


Bugün her zamanki pazarlardan farklı bir gün yaşadım. İstanbul'da olupta Adaları gezmeyen insanlar vardır. Azdır diyemiyeceğim bulunduğu semtten bile dışarı çıkamamış bir sürü insanın olduğunu biliyorum. Lakin haftasonu olduğundan olsa gerek ada vapuru iskeleye hemen yakınında denize giren insanların arasından geçip yanaştı. İlk durak olan Kınalıadada aldım soluğu. Sahildeki görüntü bana Titanic filmindeki batıştan sonra su yüzünde debelenen insan yığınını hatırlattı. 3 metrede bir insan göze çarpıyordu. Eminönü meydanında belki normal ama ada sahilinde sıktı beni o kalabalık. Ama adanın arkasındaki beach club diye tabir edilen mekanlar daha sakin ve nezih olduğundan tercih edilebilir. Tabi giriş parasını hesap ederek. Günü birlik seyahatler yorucu olsa da Adalardan birinde yapılacak gezinti için yorulmaya değer doğrusu. Sadece dönüş yolundaki vıcıklayan bedeninizden rahatsız olmayacaksınız. 2 TL fazla verip bineceğiniz Deniz Otobüsü klimasıyla biraz rahatlatsada Kabataş a indiğinizde daha da artıyor tendeki nemlilik. O kadarda olsun deyip devam ediyoruz. Yıllar önce gittiğim Heybeliadayı pek iyi hatırlamıyorum. O yüzden bir daha tercih etmemiştim Adaları. Fakat Kınalıada 4 tarafından denize girilebildiği için daha cazip geldi bana. Ayazma Kamos denilen mekanda bu aktiviteyi gerçekleştirmek isterseniz ki adanın arkasında kalıyor. İstanbul'dan uzak olduğunuzu hissedebilirsiniz. Çünkü Yalova Çınarcık manzarasına bakar olursunuz bir an şehir dışındayım diyebilirsiniz. Daha önce gitmediyseniz de yıllardır İstanbul dayım diye konuşan birisi olarak benim gibi pişman olduğunuzu hissedebilirsiniz. Ayrıca mekan arkalarda kenarlarda kaldığından olabilir Melisa Sözen gibi güzelliklere de rastlayabilirsiniz. Bu medya maymunu olmak istemeyen ünlüler nerelerde takılıyor sorusunun cevabını aldım sanırım. Makyajsız olmasına rağmen fikrim değişmedi. Listemde yeri sağlamdı olmaya da devam edecek.

18 Temmuz 2009 Cumartesi

Her zaman sıkılacak bir şey vardır :)




Mevsim kışken hep kapalı mekanlarda yaşamak durumunda kalırız. Bahara ve yaza özlem başlar içten içe. Hayaller kurulur havaların ısındığı günlere ilişkin planlar yapılır. Hevesle girilir ilkbahara dışarıya çıkılır. Ama rahat etmek ne mümkün herkes dışardadır. Sahillere inilir deniz kenarındaki masalar ya da oturma alanları hep doludur. İstanbulluları bir de trafik sıkıntısı basar. Zaten tükenmeyen o trafik güzel havalarda daha da sarsar bünyeyi. Özel araçlarla ilerleyememekten toplu taşımada sürtünmeden mutsuzluk hasıl olur mevsim başındaki hevesli bedenlerde. Birde çayır çimen mekanlardaki börtü böcek tedirginliği şehir insanını sıkıntıya sokar. Çalışan insanlar haftasonuna hazırlar kendini ama bu bahsettiğim manzaralar kırar hevesini insanın. Güzelim baharın yazın tadını çıkarmak bir eziyete dönüşür. Kış mevsiminde yapılan planların birçoğu yarım kalır hatta gerçekleşmez. Evlere dönüldüğünde de durum pek iç açıcı değildir. Klima ya çok soğutur hasta eder ya da çalışmaz beter eder. Balkon keyfi sineklere televizyon heveside kokuşmuş tekrar filmlere ve dizilere ya da gereksiz bir yığın yarışma programlarına gebe kalır. Yani gönülsüz beraberlikten kör çocuk doğar misali vazgeçer bitkin halde halının üstüne yığılır kalırız. Tek teselli ansızın kesilen bir karpuz ya da kavun olabilir. Üşenmeyen kişilikler yakındaki bakkaldan bir dondurma kapıp gelebilir. Ama kısa süreli bir tebessüm getirir. Dondurma kilo yapar mı? kaygısı olanlar bile mevcuttur. Sonunda mutsuzluk hakim gibi görünüyor. E biz kışında mutsuzduk. Sonbahar zaten daha buhranlı geçebilir malum kapalı havalar geliyor. Hele birde kasımda başka olan aşkı yakalayamazsak vay halimize. Koca bir yılda ne kadar da sorunlu bir hayatımız varmış. Hiç eğlenememişiz hiç mutlu olmamışız gibi geliyor. Böyle olmaz bir yerlerde hata yapılıyor galiba. Neyse yaz akşamı pc başında monitör ve kasadan gelen ısıyla kızamık çıkarmamak lazım. Yazıyı daha güzel bir yere bağlama niyetim vardı. Ama gönülsüz bir yazı olsun istemem nokta koyuyorum. Fotoğraftaki karpuz yazıdaki en güzel şey olduğu için orada.

16 Temmuz 2009 Perşembe

Vapur



Manzara olsun diye değil.


Amacım eser sahibine saygısızlık da değil.


Martıların özgürlüğünden ya da


Denizin mavisinden de değil.


* * *

Bu yalnızca benim kaçırdığım vapurlardan bir tanesiydi.


Koşup yetişmediğim.


* * *


Yorulmak değildi korkum.


Bir taşa takılıp suya düşmekten de korkmadım


Jetona verecek param da vardı


Ama bir de yalnız geri dönmek vardı.


* * *


Bu yalnızca benim kaçırdığım vapurlardan bir tanesiydi.


Koşup yetişmediğim.








tek bıyık


12 Temmuz 2009 Pazar

10' u unutmamalı




Galatasaray için Arda' ya 1o numaralı formayı vermek yeni bir transfer kadar etki yaratabilir. Metin Oktay gibi bir yıldızın yıllarca sırtında terlettiği o forma her futbolcuya verilmemeli zaten. Özellikle Lincoln bunu hiç haketmemiş belli oldu. Ama medya Hagi yi biraz çabuk unutmuş. Hagi futbolun yakın tarihinde ismi unutulmaması gereken 10 numaralardan bir tanesi. Galatasaray'ın ise tarihindeki en büyük başarıyı gösterdiği süreçte o formayı 5 yıl boyunca sırtında taşımış birisinden bahsedilmeliydi. Arda bu sorumluluğu kaptanlıkla beraber götürebilecek karaktere sahip önemli bir oyuncu. Bir zamanlar Sergen için de aynı hislerim vardı umarım ona benzemez.

5 Temmuz 2009 Pazar

korkmak yok yola devam


İnsan aklından geçenleri gerçekleştirmekte korkmamalı. Yaşamında sık rastlayamayacağı anları yaşamalı kendini yargılamadan. Hep düz yoldan ilerleyemeyebilir insan. Çukurlardan hendeklerden korkmamalı. Aslında en güzel en berrak sular ve masmavi koylar hep zor yollardan geçip ulaşabileceğimiz yerlerde değil mi ? Biraz zorlanarak kazandıklarımız daha tatlı gelmez mi ? Ama içimizde varsa bir korku yok hiç birinin tadı tuzu. Gün gelir keşke korkmasaydım demekte acı verir. Hayatın elinden tutamamak gibi bir şey bu insan hep birinin gelip elini tutacağını sanıp bekler durur. Günler aylar yıllar geçer. Hayat uçup gitmiş avuçlarının içinden. Keşke hayatın elini tutsaydım dememek için tutuşmalı yürek. Koşmalı peşinden aşk mı meşk mi her neyse istediği. Hayat beklemez kimseyi akıp gider. Bazen Fikret olmalı Elif in elinden tutup getirmeli hayatına. Elifin eliyle tutunmalı hayata, hayatına. Kolay gibi görünen zorlukları aşmalı. Çok zormuş gibi gördüğümüz hayatı kolaylaştırmalı.
Korkmamalı.

26 Haziran 2009 Cuma

Babalar Günü


20 yıl önce bugün bu saatler yeni başlayan yaz tatilinin buruk sevinciyle oyunlar oynuyorduk kuzenimle teyzemlerin evinin küçük bahçesinde. 3. sınıfı bitirmiştim. Ama hiçbir şey anlamadan. O günlerde aldığım karnenin yüzüne bakan bile olmamıştı. O yazın sonunda başka bir okula gideceğimi bilseydim herhalde vedalaşırdım arkadaşlarımla olmadı tabi. Başka bir yerde başka bir hayat başladı. Biri eksildi hayat denilen yolculukta dünya denilen vasıtadan. Biz yola devam edecektik. Hiç kimseye soramadım neden böyle oldu diye kabullenmeyi çok erken yaşta öğrendim. Sorardım hep istediğim bir şey için ne zaman olacak diye kısmet derdi annem. Hiç garanti vermiyordu bana o cevap. İçim sızlıyordu istediğim olmayacak diye. Ama kısmet olmayınca olmuyormuş. O günden sonra hiç sormadım. Hastaydı babam samatya ssk hastanesinin soğuk koridorlarıyla tanıştığımda 9 yaşındaydım ve babamın iyileşeceğini bilerek önemsemeden dolandım 1-2 kere. Hatta 2.si o senenin babalar günüydü hastanede ana baba günü. 8 yataklı odada diğer ziyaretçilerin arasında babama ulaşamayacağımı düşündüm. Nasıl olsa oradan çıkacaktı ve rahat rahat görüşecektik. Olmadı, bilseydim bir daha göremeyeceğimi camdan denize doğru bakıp hayal kurmak yerine son anlarında beraber olmak için giderdim yanına.. Şimdi anlıyorum, annemin herhangi bir ihtimalin yanında hep neden kısmetse olur dediğini. O çok kızdığım şey meğerse ne doğruymuş. 20 sene önce bugün teyzemlerin küçük bahçesinde küçük hayallerle küçük sevinçlerle mutlu olmaya çalışırken kapıda annemi gördüm. Ne kısa bir zaferdi o an. Artık bitti diye düşündüm evimize dönüyoruz. Aile toplanıyor. Bütün soruları tekrar kafamdan geçirip cevaplarını da kendim verdim hemen. Ama yine soramadım ne oldu diye. Cevabı almak zor olacaktı belliydi. Hiç başıma gelmez dediğim durum geldi başıma. Bundan daha kötü ne olabilirdi ? Mustafa ağabeyi sakladık diyordu eniştem telefondaki yakınlarımıza. Öldü demek zor gelirmiş insana. Artık o yoktu. Oysa ne hayalleri vardı. O görebilsin diye ölmeden 1 gün önce taşıdığımız yeni evimizin kapısından bile giremedi. Yeni eşyalar, yeni bir hayat, güzellikler düşünür, bize anlatır ve heveslendirirdi hep. Hevesimiz boğazımızda tıkandı bir haziran akşamında bu sefer sondu. Bu onun sonuydu. Yeni bir apartman dairesinde mutlu bir hayat sürmek vardı. Annemin deyimiyle kısmet olmadı.
20 yıl önce bugündü… İçimden en büyük parça koptu.
Küçüktüm o gün büyüdüm.

24 Haziran 2009 Çarşamba

askerliğin muhasebesi


Sevdiğin bir şarkıyı anımsayıp dinleyebilmek ve bağıra bağıra söylemek ne kadar kolaymış.
Canın istediğinde boğazda çayı içip sigarayı tüttürmek ne büyük keyifmiş.
Özlediğin birisine telefon açıp onunla hasret gidermek yakındaysa yüzünü görebilmek ve kavuşmak ne kadar özelmiş.
Zamanı kendi keyfine göre ayarlayıp uyanmamak ya da alakasız bir saatte sırtını bir yere yaslayıp oturmak başını bir yere dayayıp kestirmek ne tatlı gelirmiş.
Her gün yeni bir kıyafet giyip tertemiz dolaşmak ne güzelmiş. Cam bardakta çayı içebilmek Kahveyi makineden değil de ocakta kaynayan sudan bir fincana dökmek, kokusunu duyabilmek ne güzelmiş.
Eski resimlerine bakıp hatıraları tekrar gözden geçirmek ne iyi gelirmiş.
Akşam başını yastığa koyup dünyevi borcum yok demek ne büyük kazançmış.
Emek verip karşılığını almak ne büyük lütufmuş.
Gün gelip arkanı dönüp gittiğinde arkada yolunu kimlerin beklediğini görmek insanı nasıl mutlu edermiş.
İnsan unuttukça hatırlamaya yaklaşıyor belki de kaybettiklerini. Dibe vuruyor bir yerde. Korkuyor ama hemen can vermiyor.
Bir şans daha buluyor hayata dair.
Gözlerini açtığımız her yeni gün kıymetini bilmekte zorlanacağımız yeni şanslar yeni mutluluklar demek.
Dikkatle yaşayıp hayatı boş geçmemek lazımmış.
Meğer bir şeyleri kaybetmeden kıymetini bilmek ne kadar zormuş.
Arada böyle uzaklaşmalar olmasa öğrenemez insan.

2 Haziran 2009 Salı

Bu ne rahatlık ?


İlk iki seti kaybetti suratında öfkeden eser yoktu. Nasıl olsa bu maç dönecek diye bekleyen taraftarlarını haklı çıkarttı. 4. Seti 6-0 lık sonuçla bitirirken Haas çoktan havlu atmıştı. Zaten istatistikler Haas 'ın hiç bir Grand Slam de 4. turu geçemediğini gösteriyordu. Beklenen oldu Haas yine kaybetti. Hemde bu sene Roland Garros ta bir çok seri başı elenmişken acaba Haas süpriz yapacak mıydı? Belki kendisi inansaydı olurdu. Ama setler 2-2 olduğunda kortta yalnız kalan oydu. Şampiyon unvanına sahip olmanın avantajını kullanan Federer seyirci desteğinide alıyordu. Nadalın yokluğunda belkide Roland Garros ta şampiyonluğu umduğundan daha kolay alacak gibi duruyor. Karşısına gelecek olan Gael Monfils 3-0 gibi net bir skorla başka bir favori Andy Roddick' eleyerek geliyor. Bakalım Federer yine rahat olacak mı ?

Çok bekledik be Hasan


1998 yılında giydiği Galatasaray formasıyla çıktığı ilk derbi maçında TSYD kupasında Fenerbahçe ağlarına iki gol birden atarak taraftarın gönlünü fethetti. Uefa Kupası ve Süper Kupa serüveninde büyük pay sahibi olan isimlerden biriydi. 2001' deki Şampiyonlar Ligi Çeyrek Finaline kadar olan seride kelini öptürecek kadar başarılı ve 2001-2002 sezonundaki mütevazi Lucescu kadrosuyla gelen şampiyonluğun altına adını kalın puntolarla yazdırmıştı. Üstüne 2002 Dünya Kupası maçlarındaki muhteşem performansı Brezilya'ya ve Çin'e attığı harika goller onun Dünyaca tanınan bir futbolcu olmasını sağladı. Bu durum en çok Galatasaray taraftarını sevindirdi. Oysa aynı Hasan futbolunu 2002 Dünya Kupasında bırakmıştı. Bir daha kendisinden haber alamadık çok bekledik sabırla girdiği her maçı değiştirecek sandık ama olmadı. Galatasaray da 2006 senonunda ezeli rakipten hediye gibi gelen şampiyonluğun içinde eskisi gibi etkili olmasada payının olduğunu biliyoruz. Gol vuruşlarındaki yeteneği tartışılmaz Hasan' ın ama o sol kanattan ileri çıkıp karşısına gelenleri çalımlar diye düşünürken kendini çalımlaması hüsranla biten Galatasaray ataklarının bizde açtığı yaralar derin olmuştu. Ama biz sevmiştik o kel adamı. Şimdi o bize kırgınmış. Kim bilir belki de o haklıdır Dünya da tanınan bir adamken Galatasaray da devam etmekle, Özhan CANAYDIN'ın başarısız başkanlık serüveninde az miktarda başarının içinde olmakla, büyük değeri olan Galatasaray formasını formsuzken de giymesiyle belki olması gerekenleri yaptığını düşünüyordur. Sonuç olarak Hasan ŞAŞ futbol seyircisinin ve Galatasaray Taraftarının ağzına bir parmak bal sürüp gitti tadı hala damağımızda ama artık o başka renklerde olacak Galatasaray lı Hasan yarım kaldı ama Hasan ŞAŞ futbolu tamamlamalı. Umarım yapacak birşeyleri vardır merakla bekliyoruz.

1 Haziran 2009 Pazartesi

17 MAYIS ne haTIRLATIR ?


Hepimizin hafızalarına kazınan bu fotoğraf artık Türkiye'de futbol adına bir çok şeyin değiştiğinin göstergesiydi. Kimilerine göre tesadüf diye tanımlanan ancak tanık olanların hala tüylerini diken diken eden o zafer Milli Takım düzeyinde tek gol bile atamadığımız İngilizlere de unutamayacakları bir hezimet olarak futbol tarihine geçmiştir.

Artık hiçbirşey eskisi gibi olmayacaktı. Gollü beraberlikler dilediğimiz, yenildik ama ezilmedik manşetlerinin yerini bambaşka sözcükler almış kendine güvenen avrupa takımları İstanbul'a gelmekten korkar olmuşlardı.

Tarih 17 Mayıs 2000 ve Galatasaray Taraftarları için yıllarca unutmayacakları ve unutturmayacakları bu zafer manşetleri süslerken 80 lerin sonlarından itibaren ayak seslerini Avrupa Futboluna duyuran Galatasaray 'ın devamında neler yapabileceği içerde ve dışarda konuşulur olmuştu.

17 Mayıs 2009 Galatasaray ı ise aradan geçen 9 yıllık sürede 2001 yılındaki Şampiyonlar Ligi Çeyrek Finali dışında Avrupa da hiç bir varlık gösterememiş ve 1980 lerin sonundan beri devamlı yükselen başarı grafiğini tam tersine hızla düşürmüş. 2000 den sonra Galatasaray dan benim gibi çok şey bekleyen taraftarlarını da sıkıntıya sokmuştur.

17 Mayıs 2009 ne hatırlatır ? O tarih bir devrin kapandığı tarihtir. Futbol adına ne olduğu pek önemli değil (malum Beşiktaş Şampiyon oluyor.) O tarih tek bıyık'ın yeniden doğduğu tarihtir. Bundan böyle kendisi iş başvurularında Askerliğini tamamlamış olanların baktığı ilanlara bakabilecek. Herhangi bir geyik ortamında askerlik anılarını anlatıp insanları güldürebilecek tek bıyık'ı dinleyipte askerlik görevine hiç başlamamış olanları düşündürecektir.

Tarih tekerrürden ibaretmiş Bu 17 Mayıs en az 2000 yılındaki 17 Mayıs kadar faydalı oldu. Artık bu kadar yorgunluğun ardında biraz dinlenmek lazım..