27 Ocak 2010 Çarşamba

Diyarbakır notları

Türk Hava Yolları tk-bilmem kaç sefer sayılı uçağının 1 buçuk saatlik rötarı ve  rahat bir inişi sayesinde hayatımın ilk doğu seferine başlamıştım. Daha önce Eskişehir'den öteye geçmemiştim. Özellikle merak ettiğim bir şehir olan Diyarbakır'a gitme ihtimalimi de düşük görmüştüm. Lakin hayat sürprizlerle dolu ve kaderde günün birinde Diyarbakır sokaklarında gezmek de varmış.

Hemen bir ticari taksiye atladım ve  beni şehir merkezine doğru götürmesini  rica ettim. Aklımda taksicinin bir şehir turu sonrasında kabaran bir taksimetre ücreti ile kazıklayacağını tahmin etmedim değil. Çünkü az buçuk memleketim sayılan Eskişehir'de beni gezdiren taksicinin  attığı kazığı ömrümce unutmam. Fakat ilk ön yargım beni yanıltmıştı. Kısa süren bir seyahatin ardından. Normal bir şekilde istediğim yere bıraktı. Buradan Diyarbakır taksicilerine duyduğum saygıyı belirtmek isterim.

Ardından ''her ilin bir çarşısı vardır ve nerededir hemen bakalım?''  fikrinden yola çıkarak ne var ne yokmuş hissiyatı ile şehir merkezi yönüne doğru hareket ettim. Şehre girilirken heybetli surlar dikkat çekiyor. Orada da İstanbul'daki gibi sur kapıları var ,dört adet kapı var en bilineni Mardin Kapı adına türküler yazılmış söylenmiş. En büyük otellerinden biri olan Kervansaray Otel de bu Mardin Kapı civarında  Surların üstünde ve kapılarda burç simgeleri gelmiş geçmiş medeniyetlerden kalma çeşitli  yazıtlar ve kitabeler mevcut. İlk bakışta  genelde savunma amaçlı inşa edildiği  bilinen surlar aslında üzerindeki bu  eserler neticesinde estetik bir öneme de sahip  ve dönemin medeniyetlerine ait sanatsal çizgiler taşıyor. Bizans,Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı izleri kokuyor bu şehir.

Diyarbakır, Meryem Ana kilisesi, Ulu cami, Dört ayaklı Minare (minare 4 ince taşın üstünde duruyor ve pek dengeli görünmüyor, ama yaşıyor.)  ve sayamadığım, vakit olmadığından gidip göremediğim onlarca eseri barındıran bir şehir. Fakat Diyarbakır'a  gelip  Mardin kebapçısında yemek yemek biraz garip oldu. Sağa sola bakmaktan kente özgü yemeklere sahip mutfağı olan bir restoran göremedim.

Sokakta gezerken karşıma  çıkan sayısız Züğürt Ağa karakteri, şalvarlı sarıklı amcaları, dedeleri, büyük şehir olmasına rağmen işsizliği açığa vuran gençleri,  bir de şehrin Süper Lig takımı Diyarbakırspor hakkında bilgi sahibi olmayan taksicileri  görmek mümkün. Tazameta ismindeki siyahi oyuncu şehrin göbeğinde bir otelde kalıyor, sanki beyoğlu gibi bir yer onu görenler hiç şaşırmıyor. Renkleri yakın olduğundan ya da her gün gördüklerinden olabilir. Belki de çoğu Diyarbakırlı takımlarının Süper Lig de olduğunu bile bilmiyor olabilir.  

Görülecek daha çok yer olduğunu bilerek, kısıtlı zamanda eldeki imkanları değerlendirip, Diyarbakır'ı görmenin verdiği huzur ile hava alanına geri dönmek gerekiyordu.. Tekrar aynı fiyatı gösteren taksimetre için  her ne kadar o anlam veremese de taksiciye teşekkür ettim. Ankara üzerinden aktarma ile karlı İstanbul'a gelmek kolay olmadı. Araç trafiğinden şikayet ettiğimiz İstanbul bu sefer hava trafiği ile Yalova üstünde 40 dakika dönmemize sebep oldu. Bu arada hiç ayak basmadığım Ankarada Esenboğa hava limanının teknolojisi sayesinde, Ankara havasını bile teneffüs edemeden İstanbul'a gelmek üzse de, Diyarbakır'dan kalkan ve hakkında bomba ihbarı yapılan son uçakla geri gelmediğime sevindiğimi belirteyim.

     

9 Ocak 2010 Cumartesi

Kısa günün zararı

Erkenden kararan hava öğle saati uyandığınız bir gün için kabustur. Her tatil gününü uyuyarak geçiren adamlar kısa günleri sevmezler. Zaten soğuktur, evden çıkmak eziyettir, bir de üstüne karanlık sokaklar. Yaz ya da bahar akşamına benzemez karanlığı, mahalle aralarında ses soluk kesilir akşamları. Rüzgarla uçuşan bir poşet bir anda ürkütebilir. Tam küfrü basıp hışırtıya baktığınız anda poşet olduğunu anladığınız nesne stresin ardından bir rahatlık verir. Uzaktaki iri kedi acaba bir köpek midir bilinmez. Daha aydınlık güvenli olan sokaklar tercih edilir.  Bu soğuk ve sıkıcı yürüyüşün sonunda sıcak  evde olabilmektir mutluluk Özellikle ofis içi işlerde çalışanların mesai bitimindeki özgürlüklerinin karanlığa denk gelmesiyle yıkıldıkları anlar vardır. Kör karanlıkta çıkılan bir yolun sonu kesin ev olmalıdır. En azından aydınlık ve sıcaktır.

Oysa uzun günler başkadır. Öğle vakti uyanmış bile olsanız, erkenden uyanan bir çok insanı hala görebilme şansınız vardır. Akşam 7-9 arası bitmek bilmez. İş çıkışı planlanabilecek organizasyonlara  kaygısız iştirak edilebilir.Yağmur ve soğuk hava gibi koşullardan uzak olunduğu için ulaşımda da pek sıkıntı yaşanmaz. Soğuk havalarda tercih edilen koyu renklerden kurtulabilir, açık tonlarda her rengi üstünüze yakıştırabilirsiniz. İşten çıktığınızda gözünüz açılıp rahatlayabilir, akabinde sahile doğru gün batımına yetişebilirsiniz.

O yüzdendir ki uzun günler daha çok sevilir.

4 Ocak 2010 Pazartesi

''Kalitesiz aşklara inat, yaşasın sevgilisiz hayat.''

''Kalitesiz aşklara inat, yaşasın sevgilisiz hayat.'' Habibler - Bağcılar hattı. Minibüsü kullanan kişi bir amca olduğundan kesin bu cümleyi o kurmamıştır. Ya kendisi o araçta sadece şofördür veya oğlu falan yazmıştır. Ama  ne olursa olsun amca minibüste vites değiştirirken tepesinde bu yazı komik duruyor. Bizler msn, facebook gibi platformlara kişisel ileti yazmaya yeni yeni başladık. Ama onlar bizim toplu taşıma amaçlı kullandığımız Deutz-Magirus markalı araçları yazı tahtasına çevirerek yıllarca kişisel iletişim kurmaya çalıştılar.

1980-1990  yılları arasında minibüsçüler arabalarını modifiye ederlerdi. Havalı kornalar ve otomatik kapılı araçların yaygınlaşmasıyla ilgi çeken araçlar görmek mümkündü. Hatta o dönemdeki çocukların idealinde minibüs şoförü olmak yatıyordu. Muavinlikten başlayıp şoförlüğe geçen adamlar biliriz. Bugünlere bakıldığında araçlarda o zamanlardaki ışıltı görülmez oldu. Minibüsün ışıltısından ne olacak demeyin özel olarak bilinen plakalar vardı. Bakımsız araçlara binilmezdi.  İçinde renli ışıkları, bilardo topundan vites topuzu , renkli camları, özel döşemeleri dikkat çekici özellikleriydi. Bir dönem boyaları bile farklıydı parçalı forma cinsinde bölünmüş iki ayrı renkte olanları mevcuttu.
Onlar geçmişte kaldı şimdi tek renk olduğundan pek farkları kalmadı. Zaten o yazılar da yasaklanmıştı bir dönem. Bu servis çok uzadı. Bir başka şoför deyişiyle noktalayalım.
''Her ne kadar sosyetenin parlak taşlı yollarında kırmızı pabuçlu kızlarıyla dans etmediysek de, biz harbi Siirtliyiz.''


2 Ocak 2010 Cumartesi

ikibinon

Yeni yılın ilk gününü geldi de geçti bile. Bir gece önce yedeğimiz gıdaları sindirmekte zorlandığımız bir gün olmakla beraber, aynı zamanda mide sancılarıyla geçmiş bir gündür. Her yılbaşı gecesinin sabahında olduğu gibi yerlerde fıstık ve çekirdek kabuklarının kol gezdiği halı ve koltuklara yayılmış kırıntıların ortalıkta dans ettiği bir hal vardır evlerde. Nice nice güzel temenniler havada uçuşsa da yine belli başlı sıkıntıların artarak azalmasını da içinde barındırmasını dilediğim  yeni yılın öncekilerden farkı olmayacağını düşünmekteyim. Mesela herkesin olduğu gibi benim de hayal edip beklediğim büyük ikramiye 4 kişiye pay edilip, biletime amorti bile vurmadığında başlıyor talihsizlikler serisi. Sonra bakıyorum ki ikramiyenin isabet edeceği bir bilet bile yok cebimde. Yılbaşı gecesini her zaman olduğu gibi evde sade bir televizyon izleyicisi kıvamında geçirirken, diğer 364 günden farkı olmaması gerektiğini de biliyordum. Bu bilinçle seyre daldığım televizyonun ahenginde yediğim kuru yemişlerin ertesi gün bana vereceği sıkıntıdan habersizdim. Mesleki olarak sevdiğim bir tabir olan dönem sonu ve dönem başı mal mevcudunu bu sene Taksim - Tünel arasında pek göremedik. Sayımda görevli güvenlik güçleri kanımca önceki yıllara göre magandasız bir yılbaşı akşamı geçirmişlerdir. En son 2000 yılında yirmili yaşların verdiği heyecanla yılbaşı akşamı o bölgede bulunmuş ve bir daha bulunmayacağıma dair de kendime söz vermiştim. Dönemin en renkli grubu Athena'yı meydandaki konser organizasyonunda izleme teşebbüsümüz, etraftaki insanların  birbirlerine anlamsızca attıkları maytapların giysilerimize isabet etmesi sonucunda bir çoğumuz milenyumda yeni bir mont alma gereksinimi duymuştuk. Daha konser başlamadan terk ettiğimiz kalabalıktan çaktırmadan  koşarak ayrılmıştık. Unkapanı istikametinde yürürken girdiğimiz yeni yıl futbol açısından  Uefa Kupası, Süper Kupa  ve Euro 2000 çeyrek finalini getirmişti bize. Bir daha öylesi gelmedi.Önceden de olduğu gibi bugün de büyük heyecanla kutlanacak tarafı olmayan yeni yıl hadisesine ben dönemsel bakıyorum. Yeni bir açılış bilançosu üzerinden aynı işlemleri yapmaya devam edeceğiz. Sonunda kazanılan veya kaybedilen bir şey olmadığı gibi beklentileri de makul seviyelerde tutmakta fayda var.