16 Ağustos 2010 Pazartesi

Şeytan Uçurtması

Dantel ipliği, harita metod defterinin ortasından alınan bir çift yaprak, serin bir teras ve uçurtmayı yapabilen bir anne lazımdı, bunların hepsi bende vardı. 

Çok eski yazların izleri, gündüz evde oyunlar oynayıp akşamüstü işten gelecek aile fertleri  beklenirken yapılan  hazzı tarif edilemeyen eylem. 

O cılız ve çirkin görüntüsüne rağmen gökyüzünde süzülmesi boyundan büyük işler yaptığının ispatıydı. 

Hafiften esen rüzgarın yarenliğinde çirkin ama kaybetmekten korktuğum şeytan ve  yumağı sıkı sıkı tutan küçük eller. 

Ne geçmişten haberi var ne de gelecekten.

9 Ağustos 2010 Pazartesi

İçimden bir ses-II

şaka bir yana, gerçek diğer yana,
ortadaki ben bir yol seçmeli,
ya beklemeye devam, ya da hareket vakti...

Yazılacak bir şey vardır.

Hayatta olma şansı her sabah uyandığında günaydın der bize eğer duyabiliyorsak. Daha yüzünü yıkarken unutursun aslında yolun her an  bitebileceğini. Gün içindeki düz koşuların muhasebesi  günlüklerin son durağı olan yataklarda yapılır. Peki yazacak bir şey var mıdır? 

Uykuya daldığın her günü yazmalı aslında. Bir gün geri döndüğünde hiçbir şey yapmadığın gün bile mutlu olduğun anlardandır diye bilesin. Bazen yıllar önce hevesle başlayıp bir zaman sonra bıraktığım günlükler elime geçiyor. En güzel ya da en sıkıntılı günlerimi yeniden hatırlıyorum. Yazmadığım zamanlardan neleri unuttuğumu ise hiç bilmiyorum. Böyle hallerde o eski arkadaşları ya da dönemin popüler bir filmini ya da müziğini bekliyorum ki, bana bir şeyleri hatırlatsın. Bu durum beni sıkmaya başladı artık. Çünkü o yazmadığım zamanlarda hafızama güvenirdim. Şu yıl şurada tatildeydim. Bazende şu şirkette falanca işi yapıyordum. Bilmem kim ile şuraya takılırdık gibi şeyler ama çok uzak geliyor şimdi. Tipik yaşlanıyor muyum sorgulamaları işte. 

Şimdilerde kendini göstermeye başladı. Zaman hızlı akıyor ve tüketimler artıyor. Neleri ıskaladım diye oturup düşününce listenin kabarık olmasından korkuyorum. Eskiden mahalle bakkalının önünde çekirdek çitleyip gazoz içerken yaptığım kariyer planlamasında bazı sapmalar var kabul ediyorum. Lakin hikaye aşağı yukarı tuttu diyebilirim. 

Eskiden çok dikkat çekmeyen fakat şu aralar beni rahatsız eden boşluklar var gibi. Dinlenmem lazım bahanesi ile abartıyorum gibi geliyor. Bugünkü gibi  yapacak bir şeyin aranmadığı, ve içinde sıkıldığım günler oluyor. Kendi kendime soruyorum, ama ben kendime soru sorsam, bu halde olur muydum  diye düşünüyorum. Bunca soruları kendime sorduğum bugün, aslında ben hiç bir iş yapmadım. 

Görüntüde yapılmış bir şey  ama bugünün tarihinde kayıtlı bir yazı var artık.

6 Ağustos 2010 Cuma

İçimden bir ses

İnsan konuştuğu her şeyi  yaptığını zanneder, oysa insan sadece yapamadıklarından bahseder. 

1 Ağustos 2010 Pazar

Yeniden Harry Kewell


Yaşadığı sakatlıklar yüzünden 2 yıldır takımda bulunmasına rağmen izlediğimiz sayılı maçlarda sevdirdi kendisini. Bu takıma ondan çok daha fazla katkı sağlamış olan birçok yerli futbolcu var elbet. Yani bizim ona gösterdiğimiz sevgiyi kıskananlar olacaktır. Örneğin ilk transfer olduğu gün tesislere gelişini izlerken garip görüntüler vardı. Kendisinden sadece 2 yaş büyük olan Ümit Karan ve Hasan Şaş' ın Adanalı yaklaşımları dikkatimi çekmişti. Tabi normaldi de onlar Galatasaray da büyük işler yapmıştı. Fakat takımdan ayrıldıkları zamanları ve ayrılış sebeplerini de unutmadık. 

Harry Kewell geçen sezon ki maçların yarısında bile oynayamamış, tamamında oynayan birçok adamdan da daha fazla katkı sağlamıştı. Yani bu sezon da ne kadar maç çıkaracağını bilmesek de yeni anlaşmanın gerçekleşmesi ve akabinde Belgrad maçında Galatasaray formasını numarası değişmiş olsa da giymesi tribünlere yeni transfer etkisi yarattı demek yanlış olmaz. 

Bu yüzden stada erken girmek istemiştim. Tribünlerde alışkanlık haline gelen maç öncesi futbolcuları çağırıp yumruk şov yaptırma hadisesinde Kewell bütün tribünler tarafında davet edildi. Davete karşılık verirken de bu takımı ve taraftarını nasıl sevdiğini gösterdi. Futbol izlemeyen  adama Harry Kewell sevgisi garip gelebilir. Hatta biz yukarıda adı geçen efsaneleri de çok sevdik ve saydık. Fakat onlar her nedense yıprandılar, bu sevgi ile ezildiler. Öyle olmasaydı perşembe günü onlar da aramızda olacaklardı. 

Transfer sürecinin devam etmesi yüzünden daha kimler kalacak kimler gidecek bilinmez. Lakin Harry de olmasaydı karamsar bir tablo çizmek hiç zor olmayacaktı. Yine de ilk resmi maçta pek ışık olmasa da, bu kavurucu sıcaklarda yapılan yorumlarda Sergen Yalçın sertliği de olmamalı. 

Ayrıca futbol endüstrisinin alışılagelmiş forma çeşitlemelerinde ki renk seçenekleri de Galatasaray da hep bir karmaşık. Herhalde futbolcular da alışamadı renklere. Tribünlere çağrılan Arda, ve Harry formadaki amblemi öperken aklıma böyle bir şey geldi. 

Not: Davet edildiğinde ve tribünle bütünleştikten sonra defalarca öptüğü formanın hakkını yıllardır veren, çalıştığı dokuz teknik adamın da hemen hemen değişmez oyuncusu olan, hatalarıyla kaybettirdiği bir şeyler olsa da yine takımda olan Ayhan Akman. İlk geldiği sezon pek sevilmediğinden herkes şaşırmıştı. Ama aradan geçen 9 sezondan sonra şaşırma sebebimizi değiştirdi.