28 Ekim 2010 Perşembe

30 yaş mevzusu

''Bugünleri de görecekmişim'' dedirten bir hadise. ''30 oldun oğlum şimdi ne yapacaksın ?'' gibi sorularla başımı yastığa koyacağım bu gece. Bu sayılara takılmak gariptir. 2000 e girerken de böyle garip bir hal vardı ortalıkta. İnsanlar her şeyin değişeceğine dair bir havaya girdi. 01.01.2000 oldu öğlene kadar uyuyan, baş ağrısı olan bünyelerde 90'larda ki mide bulantıları devam ediyordu. Yine aynı rakı onları sarhoş etmiş bir çoğu 2000'e nasıl girdiğini bile hatırlamıyordu . Oysa ben  2000'e çok aklı başında girerken yirmili hanelerle ifade edeceğim yaşımı çok genç bulurdum. Şimdi de yaşlanmış değilim ama bu yazdıklarım bende 30 yaş etkisine maruz kalmış olduğuma dair işaretler veriyor. 

İyi kötü birçok hikaye var bu süreçte. Herkesin hikayesinde olan şeyler işte, ölümler, doğumlar, gelenler, gidenler. Her yaşına ve her anına katılanlar ve unutulup gidenler. İyimser bir yaklaşımla söyleyecek olursam büyük başarılar küçük hayal kırıklıkları vardır bizde de . Bugüne kadar düşe kalka gelmiş bünye ne bu kadar uzayacağını ne de bu kadar koşturacağını hesap etmemiştir. Eskiden kendinden daha büyük olduğunu düşündüğü insanlar için ''ya bu adam otuz yaşında yaptığı harekete bak ya'' gibi tepkiler verirken, kendinin de o günlere geleceğini hiç hesap etmedin değil mi ?Evet sıra sende!!

''Artık öyle harala gürele dağıtma, sağa sola saldırma, üstüne başına dikkat et!  30 oldun oğlum sen ! Bul birini evlen, çoluk çocuğa karış'' diyecekler, zaten diyorlardı.'' Bir toplu konut satış ofisine git, 2+1 tünel kalıp sistemi ile inşa edilmiş bir daireye gir 10-15 yıllık taksitlere böl. Nişan, nikah, düğün etkinliklerine olmayan paralarını çarçur et. Vardır yapacak bir şeyler sen bulursun.''  Şekil ve durumlarla kafayı yormaya gerek yok tabi. Dün neyse bugün de o. Değişen bir şey yok olmadı zaten.

Sayılarla kafayı bozmaktır bunun devamı. 30-35 derken bu 60 kadar gider eğer varsa ömür.20 de değişmeyen 30 da hiç değişmez, yolun sonu belli değil. Güzelliği de burada, gittiği yere kadar...

10'da neyse, 20'de neyse 30 yaşımda da böyle bir şekilde gidilir. Yaş 30'dur hadise budur.


24 Ekim 2010 Pazar

Rijkaard'ın suçu ne ?


Yıllar sonra Kadıköyden gelen 1 puan. Önemi, şimdilik sadece bu. Aylar sonra oturup onurlu bir mücadele sergileyen Galatasaraylılar görüldü sahada. Hagi'yi severiz Tugay da öyle ama Rijkaard da sevildi burada, sadece taraftarın sevgisiydi bu, aklı başında adamların son yılların en iyi transfer diye düşündüğü büyük isimdi. Bugün sahada olan futbolculardan Cana ve Pino haricindeki adamlar Rijkaard'ın geçen yıldan beri sahaya sürdüğü adamlardı. Üstelik Kewell ,Arda ve Baros yoktu. Ankaragücü Bursaspordan beş gol yedi bu hafta. Bugün Fenerbahçeyi eliden kaçıran Galatasaray a 4 atan Ankaragücü. İlgniçtir, bugün kadıköyde Aslan kesilen futbolcular bu akşam ne yaparlar bilemiyorum. Şimdi hala bu soru geliyor aklıma Rijkaard 'ın suçu ne ? Oynattığı oyun ve sahaya sürdüğü oyuncu dizilişleri farklı olabilir. Yine parçalı formanın hakkı Ankaragücünden 4 yemek değil. Futbolcular bu soruyu kendilerine sormalı. Bugünün futbolunda dünya sıralamasında teknik direktörleri sıralasanız Hagi ile Rijkaard hangi sıralarda olurlar. Futbolculara 2009 Mayısında Rijkaard mı Hagi mi diye sorsalar sizce kimi isterlerdi ? Yarın Hagi den sıkılırlarsa Kasımpaşadan da 4 yiyecekler mi ? Galatasarayda alışık olmadığımız entrikalar bunlar. Kimse bugün oynayan futbolcuların masumiyetinden bahsedemez. Kan değişimi ya da başka bir hava yakalanmış değil. Galatasaray da Rijkaard gitsin diye görevini suistimal eden adamlar var. Bugün bu işi anlamak istemezsek Rijkaard tazminatı alır gider bu işi unutur, peki bu boktan maçları seyretmek için yaptığımız masrafları ve hayal kırıklıklarımızı bize kim geri verecek ?

21 Ekim 2010 Perşembe

(T)araf

Bir kavgadır gider. Ekmek kavgasıdır adı. Karnını doyuracak ekmeği kazanmanın yoludur. Yol uzundur, şartlar çetin. Kendi patronun da olsan, emeğini kiralayan da olsan kavga edersin. En başında da kendinle kavga edersin. Mutlaka seçmen gereken yolların olacaktır önünde. Seçim yapmakta zorlandığın zamanlar da olacaktır. Baskı ve etkiler tepkilerini zorlayacak ve  ileride ise kaçınılmaz olan, eninde sonunda mutlu olamayacağın taraf olacaksındır.

Hobiler arasında çemişgezekspor taraftarlığı, fobiler arasında da çalışma hayatındaki taraftarlığı görürüm ve ben çemişgezek taraftarı olmayı yeğlerim. Öğrencilik zamanlarında aylak geçirip tembellik yaptığım yıllardı, büyüklerimin nasihatleri arasında ise eksik bir şeyler vardı. Ekmek kavgasından bahsedilmişti bana ve biliyordum çalışmak zorunda olduğumu. Fakat, çatışmak zorunda da olduğumu çok sonraları öğrendim.

Aslında uzun bir süredir çalışma hayatının içinde olmama rağmen zamanımı çatışmalardan ve entrikalardan uzak geçirdim. Dönem dönem filmlerdeki kasvetli ortamları yaşamışlığım olmasına rağmen çoğunlukla güzel günleri hatırlarım, çünkü güzel günlerdi. Çalışma hayatımdaki ilk büyük tokadı yediğim zamanlara askerlik sebebi ile kısa dönem bir ara vermiş, yeşillerin içinde bile ne kavgalara ne çirkefliklere şahit olmuştum. Şaşırmıştım, insan insana neden zulmeder?

Alacaklarımın kaderini, yüce adaletin konuya hakim olmak istemeyen hakimlerine bırakmış, 5 ay 5 günlüğüne kendimi de Manisaya bırakmıştım. 2009 Mayısında kısa dönem diye küçümsedikleri, ama hayatımın içindeki en derin ve uzun boşluğu oluşturan safhaları da geçtikten sonra tekrar ekmek kavgasına dönmeli ve istemediğim stratejilere el atmalıydım. Eski patronum için hiç birşey ifade etmediği halde, benim için büyük sermaye olan alacaklarım onun bunun vicdanına kaldığından, ben kendi vicdan muhasebemi tamamlayıp yeşillerden uzak beton griliğine yol aldım.

Ülkenin bulunduğu istihdam sorunlarının içinde, teğet geçen krizin batırdığı adamlardan biri olarak sivil hayata doğrudan katılım gerçekleştirirken, kafamın bulanık olduğunu biliyordum. Şirketin temizlik görevlisinin paspası ile ıslattığı yerlere basmadan geçmek, verilen her işi doğrudan yerine getirmek ve her talebi emir tadında algılama alışkanlığımı kırmakta zorlanıyordum. Kısa dönem yaşadığım emir komuta zinciri, meğer sivil hayatta kırılması en zor şeymiş.Ayrıca şu eğri oturup  doğru konuşma işini fazla abartmış olabilirim.

Bugüne kadar kazandığım ve üstüme yapışmış olan dürüslük esintileri, artık bana zarar veriyor. İşin gerçeği,  dürüstlük artık para etmiyor. Eğer  para yoksa, dürüstlük karın doyurmuyor. Hatta dürüstlük herkesi kendin gibi görme alışkanlığı ile beraber, sanki seni çıplak gösteren bir elbiseye benziyor. Astlar ve üstler arasındaki gerilim de dürüstlüğü kemiriyor. Dolaylı olarak da olsa alışkanlıklarını kenara bırakıp kılıcı kuşanmak gerekiyor. Çünkü hiçbir tarafa katılmak istemesen dahi, aslında o birilerinin çatıştığı kavgaya karşı olarak da onların hiç ettiği bir taraf oluyorsun. Amaç kavgadan uzak durmak olduğu halde sana da şarapnel parçaları isabet edebiliyor. Doğrudan olmasa da, dolaylı olarak bir taraf olunuyor. Her ne kadar kavganın amacında kazanmak varsa da kaybedilenlerin hesabı yapılmıyor.

Hırs, kuvvet para ile coşuyor, coştukça yakıp yıkıyor. Ne dostlukları ne arkadaşlıkları bitiriyor bu rüzgar. Sonunda kazanılsa da para, keybedilenler gözüküyor perdeyi araladığında. Savaşçı ruh herkesin içinde yoktur. Sulh kimi insanların hayat felsefesidir ve kavgaya dahil edilse de aklında sulh varken vuramaz o kimseye. Basılan damar onun olsa da, hayal kırıklığı içinde nefes alabilir, ölmemiştir. Bazen bırakıp gitmek de gerekir. Yanlış zamanda yanlış yerde olmamak gerekir.

İnsan kabuslarında kendini yırtar sesini duyurmak için, ne kadar uğraşsa da duyuramaz, kabusun bitmesi beklenir.

Belki de kabus bitmiştir, kim bilir ?

9 Ekim 2010 Cumartesi

Almanya 3 Türkiye 0

Almanya sizi kendi evinde 3-0 yenebilir ve buna kimse itiraz edemez. Futbolda eskisi gibi büyük farklılıklar olmamasına rağmen dün akşam ki Almanya güçlü bir takım olduğunu gösterdi. Attıkları gole kadar topu istedikleri gibi dolaştırdılar. İstedikleri zaman geldiler. Biz bunu engellemek için hamle yapmadığımızdan da sonuç diğer devrede de arttı ve net bir mağlubiyet aldık.

Şanssızlıklarımız da oldu Aurelio ve maçtan günler öncesinde Arda gibi. 2008 de bundan daha da eksilmiş cezalı ve sakat oyuncular yüzünden taşlarıyla oynanmış bir Türkiye yarı finalde Almanya ya kafa tutmuştu veya elinden kaçırmıştı diyebiliriz. Almanya için o dönem bu dönem farkından bahsetmek yersiz gibi. Çünkü öyle bir halleri var ki kim oynarsa oynasın karşımızda futbolun gerektirdiği ne varsa sahaya koyan bir takım görüyoruz ve tabi ki imreniyoruz.

Maç sonunda yapılan röportajlarda yer alan yorumlar ilginç, Milli Takımın istikrar beklentisinden ziyade maç kazanma şeklini , havaya girmek lazım,  böyle olmaz, rakip öyle inanılmaz değil, biz havamızda değildik, gibi garip söylemlere sahne oldu. Oysa sorun öyle tılsım falan değil. Her turnuva öncesi yakalanma ihtimali olan bir havayı bekleyeceksek, milyon dolarlarla dünya çapında hoca aramayalım Yılmaz Vural bunu bedava yapar.

Çifte vatandaşlığa sahip oyuncular vardı sahada.Takımlar ve tribünler de karmaşıktı. Hemen hemen hiç çirkinleşmeyen düzgün bir maç oldu. Futbol adına bir maç nasıl kazanılır ? ve nasıl kaybedilir ?diye anlatılabilecek tertemiz bir maç. Kaybedilen büyük bir hesap değil. Burada Almanya yı yenersiniz yenmezsiniz bilinmez. Zaten rakip de Almanya değil bunu gördük. Fakat teknik heyetin oyuncu seçimlerine bakılırsa bu Milli Takım 90 ların sonunda ve 2000 lerin başında izlediğimiz takımlardan çok daha kısıtlı görünüyor.

Geçtiğimiz yaz finalde kaybedilen Basketbol Şampiyonasında görülen arıza mevcut sanki. Kendi takımlarında oynamayan, maç eksiği olan adamların kadroda olması. Birçoğu formsuz ve moralsiz. Sakatlıklar da üstüne gelince böyle etkisiz bir görünüm kaçınılmaz. Bir müessese takımı değil ki ekonomik ya da kişisel sorunlar olsun. Özellikle bizim takımımızın bir havaya ihtiyacı yok. Zaten yıllardan beri bu maçları Haçlı Zihniyetine karşı bir savunma etkisiyle  güdülenerek oynarız. Bu nedenle müttefik bizi yenmiş çok da mesele etmeye gerek yok.

Burada oynanacak Almanya ve diğer tüm maçları kazabileceğimize inanırız zaten. Tek sorun bu inanç ile rakipleri küçümsemek. Bu maç onları silkeler ve toparlar. Bu takım 2012 ye gider, biz de Hiddink in cüzdanıyla uğraşmayız inşallah.

4 Ekim 2010 Pazartesi

2 Kabus, 1 Dost QS

20:49 sularında yaşanan yer sarsıntısının bünyede ortaya çıkardığı tedirginlik çok uzun sürmedi sandım, hayat normale dönmüş gibiydi. Bir kaç ''depremi duydunuz mu '' sorusunu içeren telefonun ardından pazartesi sendromu içerikli akışa devam ediyordum. Pazar gecesi olmasından dolayı vakit kaybetmeden uyku moduna geçmiştim.

Nadiren rüya görürüm ya da hatırlamam. Genelde de unuturum uyanırken, ama bu sefer ki polisiye bir filmi andırıyordu. ''Gecenin bir vakti uyanmışım son üç aydır hayatıma giren küçük dostumu perdenin arkasından  kontrol etmek istemiştim. Her zaman ''nasıl olsa oradadır ya '' cinsinden araladığım perdenin ardında bu sefer göremedim onu. Bir korku saldı içimi, hemen pencereyi açıp sokağın tamamını kontrol ettim. Dostum yerinde yoktu. Fakat dışarıda da sükunet yoktu. Havada uçuşam mermiler vardı. Çatışma vardı sanki güneydoğuda bir sınır karakoluna ateş açılması gibi bir hal ya da çocukluğumun canlı yayınlanan kabusu ''körfez savaşı'' gibiydi. Tedirginliğim daha da arttı ama bu dostumu aramaya çıkmama engel olmadı. Dışarı çıktım sokaktaki bomba çukurları ilkten bir şantiye edasındaydı, malum inşaat şirketinde çalışınca toprak çukurlu göründüğünden, hafriyat var sandım. Mermiler tekrar uçuşmaya başlayınca bir savaş olduğundan emin oldum. Bu arada yokuşun sonundaki çukurda dostumu görür gibi oldum. Yanına gidip baktığımda ondan daha ufak fakat aynı renkte bir akülü araba gördüm. Bütün sokakları dolaştım yine de. Dostum ortalarda yoktu. Çaresiz evin yolunu tuttum. Çaıtşma uzaktan görülüyordu. Evde beklerken gelen bir haberle umutlandım. Karşı komşumuz bir  polis memuruydu, dostumun yerini bulmuş, ama bana getirmemişti. Ekip kurduk  yanımda yakın dostlarım vardı. Uzi, yıllar önceki şahin dizisinde olduğu gibi siyah motorundan çıkan egzoz sesiyle pis bir arka mahalleye daldı. Çünkü kordinatlar doğruydu, navigasyon pis çıkmazları bile gösteriyordu.  Diğer taraftan Seljuh geldi gümüş renkli lpgli hondayı simsiyah gördüm gecenin karanlığında. Silah yoktu, kavga yoktu arabayı aldık. Haifif kirletilmiş gibiydi. Hani tecavüze uğrayan kadının saçı başı hafif  dağınık olur ya filmlerde,  benim dost da biraz öyle dağılmıştı sanki. Ama önemli değildi. Sonra kebapçıya hep beraber gidip lahmacun arasında adana söyleyip sı.ana kadar yedik.' Tam hesabı ödüyordum bir baktım dost park ettiğim yerinde yine yok  Şaka şaka önüne kamyon park edince görememişim.'' 

Sabah kalktım ve hemen perdeyi araladım baktım ki bir kabusmuş, dost beni hiç terk etmemiş. Son 10 gündür evde yalnızım, bir gecede iki kabus yormuş beni mesai başladı ama ağrılarım var.

Bazen sahip olduklarınızı cansız bir varlıktan ibaret diye önemsememek gibi hislere kapılırız, ama onları kaybettiğinizde bize ne kadar bağlı olduklarını anlıyoruz ve biliyoruz artık ayrılması zor bir parçamız olduklarını.