21 Ekim 2010 Perşembe

(T)araf

Bir kavgadır gider. Ekmek kavgasıdır adı. Karnını doyuracak ekmeği kazanmanın yoludur. Yol uzundur, şartlar çetin. Kendi patronun da olsan, emeğini kiralayan da olsan kavga edersin. En başında da kendinle kavga edersin. Mutlaka seçmen gereken yolların olacaktır önünde. Seçim yapmakta zorlandığın zamanlar da olacaktır. Baskı ve etkiler tepkilerini zorlayacak ve  ileride ise kaçınılmaz olan, eninde sonunda mutlu olamayacağın taraf olacaksındır.

Hobiler arasında çemişgezekspor taraftarlığı, fobiler arasında da çalışma hayatındaki taraftarlığı görürüm ve ben çemişgezek taraftarı olmayı yeğlerim. Öğrencilik zamanlarında aylak geçirip tembellik yaptığım yıllardı, büyüklerimin nasihatleri arasında ise eksik bir şeyler vardı. Ekmek kavgasından bahsedilmişti bana ve biliyordum çalışmak zorunda olduğumu. Fakat, çatışmak zorunda da olduğumu çok sonraları öğrendim.

Aslında uzun bir süredir çalışma hayatının içinde olmama rağmen zamanımı çatışmalardan ve entrikalardan uzak geçirdim. Dönem dönem filmlerdeki kasvetli ortamları yaşamışlığım olmasına rağmen çoğunlukla güzel günleri hatırlarım, çünkü güzel günlerdi. Çalışma hayatımdaki ilk büyük tokadı yediğim zamanlara askerlik sebebi ile kısa dönem bir ara vermiş, yeşillerin içinde bile ne kavgalara ne çirkefliklere şahit olmuştum. Şaşırmıştım, insan insana neden zulmeder?

Alacaklarımın kaderini, yüce adaletin konuya hakim olmak istemeyen hakimlerine bırakmış, 5 ay 5 günlüğüne kendimi de Manisaya bırakmıştım. 2009 Mayısında kısa dönem diye küçümsedikleri, ama hayatımın içindeki en derin ve uzun boşluğu oluşturan safhaları da geçtikten sonra tekrar ekmek kavgasına dönmeli ve istemediğim stratejilere el atmalıydım. Eski patronum için hiç birşey ifade etmediği halde, benim için büyük sermaye olan alacaklarım onun bunun vicdanına kaldığından, ben kendi vicdan muhasebemi tamamlayıp yeşillerden uzak beton griliğine yol aldım.

Ülkenin bulunduğu istihdam sorunlarının içinde, teğet geçen krizin batırdığı adamlardan biri olarak sivil hayata doğrudan katılım gerçekleştirirken, kafamın bulanık olduğunu biliyordum. Şirketin temizlik görevlisinin paspası ile ıslattığı yerlere basmadan geçmek, verilen her işi doğrudan yerine getirmek ve her talebi emir tadında algılama alışkanlığımı kırmakta zorlanıyordum. Kısa dönem yaşadığım emir komuta zinciri, meğer sivil hayatta kırılması en zor şeymiş.Ayrıca şu eğri oturup  doğru konuşma işini fazla abartmış olabilirim.

Bugüne kadar kazandığım ve üstüme yapışmış olan dürüslük esintileri, artık bana zarar veriyor. İşin gerçeği,  dürüstlük artık para etmiyor. Eğer  para yoksa, dürüstlük karın doyurmuyor. Hatta dürüstlük herkesi kendin gibi görme alışkanlığı ile beraber, sanki seni çıplak gösteren bir elbiseye benziyor. Astlar ve üstler arasındaki gerilim de dürüstlüğü kemiriyor. Dolaylı olarak da olsa alışkanlıklarını kenara bırakıp kılıcı kuşanmak gerekiyor. Çünkü hiçbir tarafa katılmak istemesen dahi, aslında o birilerinin çatıştığı kavgaya karşı olarak da onların hiç ettiği bir taraf oluyorsun. Amaç kavgadan uzak durmak olduğu halde sana da şarapnel parçaları isabet edebiliyor. Doğrudan olmasa da, dolaylı olarak bir taraf olunuyor. Her ne kadar kavganın amacında kazanmak varsa da kaybedilenlerin hesabı yapılmıyor.

Hırs, kuvvet para ile coşuyor, coştukça yakıp yıkıyor. Ne dostlukları ne arkadaşlıkları bitiriyor bu rüzgar. Sonunda kazanılsa da para, keybedilenler gözüküyor perdeyi araladığında. Savaşçı ruh herkesin içinde yoktur. Sulh kimi insanların hayat felsefesidir ve kavgaya dahil edilse de aklında sulh varken vuramaz o kimseye. Basılan damar onun olsa da, hayal kırıklığı içinde nefes alabilir, ölmemiştir. Bazen bırakıp gitmek de gerekir. Yanlış zamanda yanlış yerde olmamak gerekir.

İnsan kabuslarında kendini yırtar sesini duyurmak için, ne kadar uğraşsa da duyuramaz, kabusun bitmesi beklenir.

Belki de kabus bitmiştir, kim bilir ?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder