24 Şubat 2011 Perşembe

00:00

Uykuyu ne kadar sevsem de bu yatmaya hazırlık aşaması can sıkıcı. Hiç akşamın ilk saatlerinde sızıp kalmıyorum ben. Hiçbir sabah kanarak uyandığımı hatırlamıyorum ve hiçbir zaman 00:00 sularından önce yatmıyorum. Sırf bu inadım yüzünden kaçırdığım şeylerin hesabını yapmaya da üşeniyorum. Fakat bir şey kaçırdığımı sanmıyorum. Öyle sanıyor olsaydım bu durumu değiştirmek için üşenmezdim. 

Öteden beridir akşam yemeğinden sonra televizyon başında sızıp kalan adamlara imrenirdim. Ben hep uyuduğumda bir şeyleri kaçıracağımı düşünürdüm. Halbuki uyuyanlar hiçbir bok kaçırmadı, lakin sabahında ben çok otobüs kaçırdım. İlkokulun ilk yıllarında bile pazar akşamı spor stüdyosunda (sadece futbol yayını yapan eski T.R.T.  programı) o hafta ligde oynanan bütün maçların özetlerini izlerdim. İzmit Alsancak Stadının yan tarafından kadraja giren tribünleşmiş balkonları görmeden yapamazdım ve kaleye isabet edemeyen toplar spikerin ''yandan dışarıda'' sözleri ile tarif ettiği eylemlerle son bulmakta idi. 

Bu geç yatma alışkanlığının bizim jenerasyonda birçok kişide görmek mümkün. Kombi teknolojisine geçmeden önce sobalı odalarda geçen kış mevsimlerinden kalma bir durum sanki. Hadise, bir odada bütün ailenin uyuduğu günlerden gelmekte. Mutlaka birilerinin bir işi olur ve o oda ışığı gece 00:00 anlarında da yanacak şekilde diğer fertlere işkence eder.  Bu nedenle de uyku saati kavramı ortadan kalkardı. Şimdi de bu duruma alışmış bünyeyi kimse koğuş psikolojisine sokamaz. İşten eve gelindiğinde tembel tembel oturmak için kalan zaman 3-4 saat olmalı ki küfürle yatağa girmemeli. 00:00 zamanları stres de olur hafif.  O değişimden sonra uyku da gelmez. Bu durum bazı bünyelerde bir saat daha uykusuz kalmalara sebebiyet verir.

Burada uykusuzluk çekenlere bir tavsiyem olacağını sanıyorsan yanılıyorsun. Öyle bir amacım olsa 00:00 dan sonra oturup buraya kimsenin okumayacağı şeyleri yazan adam ben olmam. Bugüne kadar çözülmemiş bu sorun bundan sonra da çözülmez. Fazla detaya girmeye de gerek yok. Saat geldi iyi geceler. 00:55. 

17 Şubat 2011 Perşembe

Denge insanı

Rahatımı rahatsız anlarımda bulduğumdan, haklılığımı da haksızlığıma endeksleyip mutsuzlaşırım, bu da benim dengem, işine gelirse.

Asgari tutar ödeme

Bu ara benim işler bitmiyor , günlük çalışmalarım asgarisini ödediğim kredi kartı hesabı gibi artmaya devam ediyor. Birini bitirirken öbürü doğuyor. Bakteri gibi üreyen evraklarım var masamda ve hiç bir dezenfektanın kudreti yetmiyor temizlemeye.

Böyle günlerde günlük tutulmaz, herhangi bir faydası da olmaz. Özellikle zam döneminden sonra ise cebi de kabartmaz. E şimdi bu kadar uğraş didin ne için ? Genel kabul görmüş muhasebe ilkeleri için.

Şimdi gecenin bir yarısı çık ofisten, gel eve, ertesi gün hiçbir şey olmamış gibi git işe. Böyle durumlarda oturarak işe, pc şarj tutmuyor bak fişe. Kimse de bir şey demez bu gidişe. Can sıkıntısı endişe, köşe ve şişe ile ilgili bir uydurma yapmayalım bu saatte.

12 Şubat 2011 Cumartesi

Talihsizsem ben ne yapayım ?

* Sene 1987 ilkokul öğretmenimiz yakınlarda bir yerde kır gezisi düzenledi.Saat 12 de okulda buluşacaktık. Yola çıktım. Sadece 5 dakika geciktiğimi sanıyordum. Okula gittim, bahçe bomboştu. Karşı tepeye doğru baktım, yolu yarılamış bizimkiler. Pişmesini beklerken geç kaldığım poğaçaları mahallenin piçleriyle bahçemizde yemiştik.

* Yine aynı yılın 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, 1. sınıftayım ufak tefek bir elemanım. Benim valide dedi ki '' çok yağmur var sen okula gitme bugün'' Ne bileyim, ben de tamam dedim. Ertesi gün sınıfta etkinliğe katılmayanlar tahtaya kaldırıldı. Okul hayatımın ilk cetvelini yedim avucuma, acıdı elim, bizim hoca sağlam Atatürkçüymüş.

* İlkokul 4. sınıftı galiba, yine ev okul arası 50 mt falan, benim gibi evi yakın olan elemanlarla bahçedeki sırada en önde kim olacak diye  yarışıyoruz. Kurdum saati, erkenden kalktım, camdan baktım bahçe boş. Kaptım çantayı fırladım. En öndeydim. Okulun köşeyi koşarak dönen elemanlar göt olmuş surat ifadeleriyle yanımda bitiveriyorlardı. İlk defa ben birinciydim. Türküm doğruyum süpermenin torunuyum merasimi bitti, sınıfa çıktık. Montun femuarını açtım ki en sıçık anlarımdan birini yaşadım. Önlüğü giymeyi unutmuştum.

*Yine aynı dönemler son derslerde beden eğitimi oluyordu. Öğretmen kısa samsun tiryakisi ve göbekli bir sığır olduğundan, bizi çimlerde camışalım diye okulun bahçesine salardı. Ders falan olmazdı. Ben de eve bakardım uzaktan, basıp gitsem kim görecek derdim. Yine bir gün ders beden, çıktım eve yollandım. Öğretmen o gün son ders yoklama yapmış. Ertesi gün çıkar gözlüklerini ile başlayan cümlenin devamını anlatmıyım bende kalsın.

*Gözlük deyince unutamam, okulun bahçesinde kutu kola ile basket oynuyoruz. Futbol kesmiyordu sanki. Bir arkadaş 330 ml  müseccel markayı potalı bir şekilde yüksek posttan salladı. Ribaund mücadelesinde Alaattinle hava hakimiyeti esnasında çarpıştık. Ribaund bende ,gözlüğün camı yerde.

*O zamanlar tam hayta bir tayfamız vardı. Okul çıkışı çantalar önlükler eve biz dışarı. Çimenlik Arena da buluşuyor takım kadrolarını belirleyip maça başlıyoruz. Ben gözlükleri kırılmasın düşüncesiyle, bu arada Çimenlik Arenayı bilenler bilir, metris tarafındaki kale dibindeki taşın altına bırakırdım. Sonra 15'de devre 30'da bitmesi tasarlanan maç havanın kararmasıyla bitiyordu. Ben ise, ertesi sabah okula giderken, önce Çimenlik Arenaya uğruyor, kale direğinin arkasından camlarına kırağı düşmüş gözlüklerimi alarak ve okulun yolunu tutuyordum.

*Lise 1. sınıf ilk günler, sabah İstiklal Marşı ve sınıflara yönelme, önlerde 2 kuduruk merdivenlerde didişiyor. Biri üstüme düşüyor. Gözlük kırılıyor. Olayın üstünden bir ay geçiyor, yeni gözlüklerle seyrek alanlarda dolaşıyorum. Okulun kenarından maç yapanlardan sakınarak arka bahçeye yöneliyorum. Dingil bir arkadaş topa vuruyor, spor salonunun duvarına çarpan top nereye ? Tabi ki benim kafada patlıyor. Gözlük kırılıyor. Bu son olur diyorum, olaydan 2 ay sonra artık temkinli olmaya gerek kalmadığını düşünüyorum. 4 ayda 3 gözlük kırılmaz ki diye rahat tavırlar sergilerken. Elemanın biri, tenefüs saatinde kalabalık koridorda it gibi koşuyor. Köşeden dönerken karşılaşıyoruz. Sonuç, bu sefer parçasını bile bulamıyoruz. Yeni gözlüğü aldıktan 2 hafta sonra enkaz kayıp eşyaların arasında bulunuyor.

*Sene 98 Beyoğlu Burger King de çalışıyorum. O ara yaz tatili ve  Fransa 98 Dünya Kupası  her akşam maç var. Lobide temizlik işlerine bakıyorum. Restoran çok hareketli, 8 saat sadece 20 dakika yemek molası hariç it gibi çalışıyorum. Masanın birini silerken bir an sandalyeye çöküyorum. 2 saniye olmadan kimse var mı diye merdivenleri kesiyorum Müdürle göz göze geliyoruz. ve deplasmanda puan kaybediyorum.

*Eski çalıştığım bir şirkette yine benzer bir tempoda mesaideyim. Saat 17,00 olmuş, son demlerdeyim. Şöyle ellerimi başımın arkasına koyup arkaya yaslanarak geriliyorum. Ardından doğruluyorum, karşımda patron, kala kalmak, kekelemek, hede hödö, yine ofsayt.

*Askerdeyim gece 2/4 çapraza çıkıcaz. İbne onbaşı uykudan geç  kaldırıyor. Apar topar gidiyoruz, nöbet değişimi ,çelik başlık ,  telsiz tamam cihaz kontrol vs,  ilk yarım saat sonunda çiş geliyor. O akşam da zırt pırt devriye geliyor. Neyse tutyorum, tutuyorum, saat doluyor diğer nöbetçiler gelmiyor. 10 -15 -20 dakika gelen yok. 3,5 saat nöbet ve çiş tutuyorum. O tezkereciyi de aylardır sevgiyle anıyorum.

*Bir Türkiye Kupası finali Bjk - FB maçı var. O dönem az maaşlı bir işteyim. İddaa oynayarak para kazanıyorum. Beşiktaşın kupayı alacağından eminim. Cepteki bütün parayı Beşiktaşın galibiyetine veriyorum. Son dakikalara kadar önde götürdüğü maçta Beşiktaş Fb den gol yediği için normal süre berabere bitiyor. Uzatlamalarda kupayı alan Beşiktal oluyor ama neye yarar.

*Bu ara işler çok yoğun ve mesai yapıyorum, akşam 10 a kadar şirkette duruyor ve hayvan gibi çalışıyorum. Bir ara çiş molası için helaya gidiyorum. Patron fazla mesai yapan elemanlarına selam vermek için odaya geliyor, beni mesaide göremiyor. Bonuslar gidiyor puan kaybı devam ediyor. Herif 2 dakika önce ya da sonra gelse ben de oradaydım. Yazık oluyor ben ise hem gerçek anlamda, hem mecaz anlamda, hemde patronun nazarında sıçarak Hat Trick yapıyorum.

6 Şubat 2011 Pazar

The Ron Clark Story - 2006

Böyle güneşli bir pazar gününü şubat ayında bulmak zor olmasına rağmen evden çıkamama sebebim olan güzel bir film izledim. Ben pek sevmezdim öğretmenlerimi, çok azının yeri vardır kalbimde ve hayatımda. Dolayısıyla onlar hakkında atıp tutmakta istemiyorum olmuş bitmiş. Bizim topraklarımızda üstünde çok durulacak bir iş değilmiş gibi de geliyor. Her zaman Kemal Sunal 'ın öğretmen filmi aklımdadır. Onları ekmek kavgasında eriyip gitmiş, belediye otobüslerinde saygınlığını yitirmiş bir halk kahramanı olarak ilan etti o film. Mahmut Hocaları da unutmadık tabi.


Fakat bilginin büyük paralara satılmaya başlandığı dönemlere rastladı benim ilk ve orta dereceli yıllarım. Severek başladığım öğrenme sevdası bende bir kabusa dönüşmüştü çok geçmeden. Derste bulmaca çözen, at yarışı çalışan , saçma sapan okul aile birliği davetlerine bilet satmaya çalışan, sadece haftasonu para karşılığı ders verdiği öğrencilerini seven, dönemin modası pos bıyık sahibi eli tütün kokan adamlardı.

Sadece bir tanesi tiyatro ile tanıştırdı, sadece o bize yunan mitolojisini okudu ve çok azı tebessüm ettirdi. Onların yeri gerçekten ayrı.

İşte film tam  bu yaraya parmak basan bir çalışma. Üst düzey özveriye sahip inatçı ve başarılı olmak isteyen bir öğretmen. Onun ışığında gözleri parıldayan heyecanı ve şevki gözlerinden okunan kendilerine göre vasat öğrenciler. Dibe vurmuş olmanın ne kadar kolay olduğunu ve o seviyede devam etmenin ne anlamsız olduğunu gösteriyor. İşte bir liderlik gösterisi, başarılı olmayı hedefleyen herkesin izlemesi gereken bir film. Herşeyden önce öğretmenlerin izlemesinde fayda var.

Ron Clark' ın gerçek hayat hikayesinin anlatıldığı ve bir öğretmenin, öğrencilerinin hayatı üzerinde nasıl bir etki oluşturabileceğini gözler önüne seren bir yapıt.


Dünya arkadaşlık günü

''Bugün dünya arkadaşlık günü. Hayatının sonuna kadar yanında olmasını istediğin en az 12 arkadaşının profiline bu mesajı yaz. (Ben de dahil) Göndermezsen Arkadaşsız kal inşallah.. Eğer beşten fazla cevap alırsan sevilen bir arkadaşsın.. SENİ SEVİYORUM İyi şanslar :)))'' 

Bu ne lan ? 

Böyle  kurgulanmış mail, mesaj, sms her ne bok ise, yapanın aklına edeceğim mesaiden sonra sifonu çekeyim derim. Ya arkadaş ! hadi bugün arkadaşlık günü. (bir de dünya arkadaşlık günü) yani yakınındaki arkadaşlarını hiç üzmedin, arkasından konuşmadın, bir de dünya çapında bir rüzgarı arkana alıp şov yapıyorsun  camiada. Bununla yetinmiyor hayatının sonuna kadar yanında olmasını istediği 12 kişiyi de zorluyorsu,n benimle olun falan diye. Eğer diyosun, beni bu muhteşem ileri zeka göstergesi yaklaşımımla önemsemiyorsan hiç kimsen olmasın gibi ağır beddualarda  da bulunuyorsun. Devamında 12 kişinin yarısı bile etmeyen boktan bir istatistik sonucu 5 kişiden cevap alma ihtimalini atıyorsun ortaya... 5 cevap alırsan  sevilen arkadaşsın diyerek gazı da veriyorsun. 

Çok önceleri ilkokul yıllarında elime bu mesajlara benzer kağıtlar tutuştururdu bazı sığ beyinliler. 5 kişiye ver yoksa annen ölür. 10 kişiye dağıt yoksa titin şişer gibi kafa yaparlardı bir de. Zamanla bu kağıtlara yazılmış saçma şeylerin yerini sms ler ve şimdilerde e-postalar aldı. Sosyal paylaşım sitesi feyzbuk sayesinde bu saçmalıklara alet olanları da canlı canlı takip etme lüksüne sahip olmak biraz sarstı beni. 

Hadi sen beni en iyi 12 arkadaşının arasında koydun, 

eyvallah da, bana sordun mu ? 

Ben seni ilk 12 ye alıyor muyum ? 

Bir kere bu davranışınla son ikideki yerin bile garanti değilken bu beklentinin hayal kırıklığına dönüşme ihtimalini hiç hesap ettin mi ? 

Mesajın sonuna seni seviyorum yazmışsın , çok hoşsun arkadaşım. Bak bu sana son arkadaşım deyişim.


Haberin olsun 100  kızarması 

Bu yazıyı 10 kere oku, 

20 kişiye okut, 

4 yumurta 

2 paket margarin

20 dakika kısık ateşte yim ateşte  ateşte...