Bazı akşamlar elektrikler kesilirdi. Böyle zamanların en güzel yanı bir köşeye oturup büyüklerin anlattıklarını dinlemek oluyordu. Komşu teyze Şükriye Hanım yandaki evde oturan ve oğluyla yaşayan bir ihtiyardı. Yalnız kaldığından canı sıkılır bize sohbete gelirdi. Çay bardaklarına vuran kaşık sesleri ve tükenen fitilini hayranlıkla izlediğim gaz lambasının ışığında aklımın almadığı muhabbetler dinliyordum. Bazen ülke meseleleri ile bazen de söylentisi dilden dile dolaşan evlerin yıkılacağı senaryoları anlatılırdı. Suskun bir şekilde gaz lambasının ışığında yüzlerini seçemediğim aile fertlerine ve komşu Şükriye Hanıma tek tek bakıyordum. Arada sırada ayaklanan birinin evin tahta döşemelerini hareket ettirdiği olurdu. Siyah beyaz televizyonun sustuğu, ışığın yetersiz olduğu o saatler konuları sıkıcı olsa da dinlemekten keyif aldığım anlardı. Şükriye Hanımın tek kaygısı eski püskü evlerimizin yıkılmasıydı sadece. Beni hiç rahatsız etmeyen bu konular mahallelinin en büyük derdiydi. Daha yeni yeni çıktığım sokağın, arkadaşlarımın, bir anda şehrin dört bir yanına dağılacak olmaları, sonrasında unutacağım o çıkmaz sokağın yok olacağı ya da başka nelerin kaybolacağını hesaplamak için daha çok gençtim.
Okula gitmiyordum daha ve hiç gitmeyecekmiş gibi hissediyordum. Benim için heyecan verici tek şey kuzenim okula gittiğinde alt kata inip, teyzemin ''ona sakın söyleme'' diyerek verdiği kırmızı demir araba ile oynamaktı. Bazı sabahlar uyandıktan sonra yatakta beklemek zorundaydım. Bazen anneme sesleniyor, bazen de durumu anlayıp beni kurtarmasını bekliyordum. Kızacak diye korkuyordum ama o bunu hiç yapmazdı. Altım kuru bir şekilde kalktığım zamanlar ödül verecekler sanıyordum. Oysa birçok insan için sıradan bir durumdu. Aile arasında paraşüt diye adlandırdıkları naylon donu mahallemizde pazarcılık yapan bir komşu amcadan alıyorduk. Adamı gördüğümde aklıma hep o alışveriş gelir ve amcanın beni hatırlamasını hiç istemezdim. Çünkü düzensiz olarak satın aldığımız bir üründü bu. Yani bir sabun ya da deterjan gibi onun da tükendiği bir zaman olurdu. Altımı ıslatıyordum ve bu durumu değiştirmek elimde olan bir durum değildi. Bu problem yüzünden bazen o kırmızı demir arabaya kavuşmak zaman alıyordu. Kırmızı demir araba Murat 124'e benziyordu. Kapıları açılıyordu ama serçe parmağımla dürttüğüm direksiyonu dönmüyordu. Yere bastırdığımda da lastikleri hafif içer gömülüyordu. Direksiyonu dönmese bile bu yaylanma durumu onu gerçek bir araba kadar mucizevi kılıyordu. En hazin hali ise kuzen okuldan geldiğinde tekrar evime dönüp annemin diş macunu kutusundan yaptığı araba ile oyuna devam etmekti. Çünkü benim arabamın direksiyonu ve kapısı olmadığı gibi tekerlekleri de yapıştırıcı ile yapışmış olduğundan halının üstünde sabit kalmaktaydı. Sürüklediğimde karton tekerlekleri yamuluyor ve oyun zorunlu olarak sonlanıyordu.
Çıkmaz bir yokuşun dibindeki evlerden biriydi bizimkisi. İçerisinde meyve ağaçları bulunan bana göre devasa bir bahçeye sahipti. İki ayrı kapısı vardı bahçenin ve daha aşağıda bulunan evlerin çatısını görmekteydi. Etrafı özensiz çakılan derme çatma tahtalarla çevriliydi. Bazı tahtalarda kesilen ağacın oyuklarından doğal delikler vardı. Onların arkasından gelen geçen bakmak ilginç gelirdi çünkü yoldan geçen kişi beni hiç fark etmezdi. Bahçede eve yakın ilk köşede yüksek bir incir, diğer köşede alçak bir ayva ve üçüncü köşede de büyük bir dut ağacı vardı. Dut ağacı salıncak kurmak için idealdi. Bir de Tekir vardı sürekli ziyaretimize gelen. Evde hayvan beslemiyorduk ama Tekir soğuk kış günlerinde kapının eşiğine bazen de sobanın arkasına kadar izinliydi. 1986 yılının 23 Nisan'ında göz kapağımı tırmalasa da o bizim sadık dostumuzdu. Hapşırdığı zamanlarda yemek kaşığında erittiği aspirini verirdi annem, o da hayır demezdi.
Fotoğraflardan gördüğüm ve bizimkilerden dinlediklerime göre, o bahçe ağabeylerimin sünnet düğünlerinden, kuzenlerin doğum günü kutlamalarına, kalabalık bayram ziyaretlerinden, komşu günlerine ve muhabbetlerine uzanan organizasyonlara ev sahipliği sağlayan eğlenceli bir sahneydi. Dönemin Kara Şimşek dizisinden esinlenerek üretilen telli arabalarla o bahçede koşturduğum çok olmuştur. Akşam olduğundan ikinci kata çıkmak için kullandığım 7-8 merdiven yanında demir korkuluk yoktu. Endişeli ve kontrollü bir şekilde kapıya yaklaşarak eve giderdim. Hatırlamadığım daha önceki bir zamanda o merdivenlerden yuvarlanarak düşmüşüm. Bunu bilen herkes o bölgeyi kontrollü kullanmamı söylediği için merdivenler bana hep tedirgin edici gelmiştir. Kapıdan içeri girdiğim sağda mutfak beliriyordu ve içinde duvarda asılı tahtadan tabaklık karşısında altı basma bir örtü ile kapanmış tezgah vardı. Benim için çok yüksek ulaşılmaz bölgelerdi bu bölümler. Hemen sonrasında banyo vardı. İç içe odaların olduğu evde bir karanlık oda bulunuyordu. Işığı hiç olmadığı için ev halkı oraya karanlık oda derdi. Ağabeyim o odanın içinden geçerek ulaştığım diğer odayı kullanıyordu ve o oda bahçeye bakıyordu. Karanlık oda çok dağınık ve tozluydu. Babam bazen orada iş yapardı. Trikotaj makinesi odada bildiğim iki üç nesneden biriydi. Bir tanesi de mavi demlik. Rengini sevmediğim ve içinde çay pişirecekler diye endişelendiğim eski mavi demlik. Kısa boyumla tedirgin girdiğim o odada pek az vakit geçirirdim. Karanlık odadan çıkışta sağda bulunan oturma odasındaki bir kapı da yatak odasına açılırdı. Burada karyola ve bir divan vardı. İncir ağacının yapraklarına bakan bu odanın penceresinden de bahçeyi uzun uzun izlerdim. Oturma odasını zemindeki muşambada daha sonradan ağabeylerimin bana hediye ettiği siyah demir araba ile oynardım. Sanki kuzenin arabasından daha iyiydi ve bu benim için çok önemli bir üstünlüktü. Kara Şimşek görünümlü demir arabamın direksiyonu da dönmüyordu ama araba tek kapılıydı ve kırmızı demir arabadan daha büyüktü.
Sobanın üstünde kızarmış ekmekler, bulmaca ve magazin ekleriyle dolu hafta sonu gazeteleri pazar kahvaltılarında iz bırakan etkenlerdi. Bununla beraber kahvaltı saatlerinde radyodan dinlenen musiki şarkıları bugün de dinlemeden edemem. Minderi ve arkası muşamba kaplı tahta sandalyede oturup masada kahvaltı ederken sandalyenin içindeki samanların varlığına anlam vermeye çalışmakla geçen tatlı zamanlardı. Otuz yıla yakın bir zamanı geri dönüp düşündüğümde içinde uzun zaman gezindiğim oyunlar oynadığım ailemi gayrısız görebildiğim o zamanları o evi çok daha fazla hatırlamak istiyorum. Bugün bulunduğu bölgeden geçerken yerinde yeller esen evimiz çoğu zaman aklımda bile geçmiyor. Oysa doğduğum ve büyüdüğüm mor lale çıkmazı içindeki anılarıyla birlikte hepimizi büyütmüş bugünlere getirmişti o ev.
Takvimini hatırlamadığım ve kayıtlarımda yer almayan 1986 yazının bir günü keyifsiz dakikalara sahne oldu. Mahallelinin sokaklarda kamyon yanaştırma kavgaları, kaldırımlardaki koltuklar ve yataklar, sanki sahnenin finalinin yaklaştığını anlatıyordu. Bir koşturma yaşanıyordu ve ben yine seyrediyordum. Küçük ellerime tutuşturdular sökülen tahtalarını bahçenin. Ağaçlar ve ev hariç her şey yer değiştiriyordu. Eşyaların boşaltıldığı eve bir kez daha bakmak isteyerek merdivenleri çıktığımda odanın ortasında kocaman bir delik gördüm ve bir kedinin o delikten alt kata bakışına tanık oldum sanki vahameti görüyordu kedicik. Tekir değildi o kedi. Başka hiçbir kedi o olamazdı zaten Sanki gideceğimizi biliyordu ve bu ayrılığa dayanamayacaktı. Nereye gideceğimiz umurumda değildi benim ama Tekir'in bizimle gelmeyeceğini biliyordum. Göz kapağıma yaptığı saldırıyı da unutmuştum ben ama Tekir yoktu. Eşyaları kamyona yüklediler ve tahtaları yakmak için topladılar. Pek kimsenin konuştuğunu hatırlamıyorum ama Şükriye Hanım'ın korkusu artık hepimizin gerçeği olmuştu.
Küçük yaşta hayatımda gördüğüm ilk büyük değişimdi bu hadise. O evde ve bahçede geçen bütün güzel günlerin bir sonu olacaktı elbet. Bazı insanların ve insan değerinde anıların sona erdiği bu yıkım sanki evin karanlık odasından daha zifiri bir korkuyu da saldı yüreğime. Yok olan hayaller, burkulan yürekler ve unutulmayacak anıların son perdesi oynandı o sahnede. Mor Lale Çıkmazı ile beraber etrafındaki diğer sokaklar da sükut içinde sakinlerini son kez ağırladı. Yıllar sonra ayni yerden geçerken evden ve bahçeden tek yadigar kalan dut ağacı da malesef yeni kaba imalatlara kurbanı oldu.
Resimdeki bahçe o bahçeydi ve yıkılan yalnızca o ev ile bahçesi değildi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder