26 Kasım 2009 Perşembe

İngiltere'de Türk Sokağı ''old trafford ''

Manchester 0 Beşiktaş 1


http://i.telegraph.co.uk/telegraph/multimedia/archive/01531/besik-cel_1531075a.jpg

Seyredilmemiş bir maçın üzerine yazmak doğru olmaz fakat bu bir ingiliz takımını deplasmanda yendiğimiz maç olursa yazarız. Tarihimizde pek az rastladığımız olaylar bunlar. Benzer zafer hikayelerini bir elin parmaklarıyla anca sayarız. 1993 yılında aynı sahada 2-0 geriye düşen Galatasaray'ın maçı çevirmesini de, 1996 ta Boliç'in golüyle kazanılan maçın hafızalarımızda olduğunu biliyoruz. Tarih nasıl kazanıldığını değil, hep sonuçları akılda tutuyor. Fenerbahçe-Chelsea, Leeds - Galatasaray serileri akıllardan çıkmıyor. Beşiktaş Liverpool serisi bir garip olsa da Chelsea deplasmanındaki Sergen'li maçı unutmak mümkün değil.

Böyle 2-3 senede bir görebildiğimiz maçlardan birini seyretmediğim için çok pişman oldum. Sabah skoru görünce şaşırdım. Ertem Şener'in anlatımına daha bir şaşırdım. Bu Ertem iyi ki 2000 deki UEFA finalini anlatmamış. O günkü Taffarel i görüpte bir yerlerini öpmemesi mümkün değildi. Neyse Özel Televizyon'da çalışıyor. Tribün görmüş insan bunların 5000 çeşidini söyler duyar. Ama ekran başında biraz değişik olmuş. ''Ertem Şener ne yaptın ?'' dedirtiyor.

25 Kasım 2009 Çarşamba

Siyah & Beyaz


Farklı renklerin dostça mücadelesi buna denir.


''Nip/Tuck’ın Michelle’i Sanaa Lathan''

24 Kasım 2009 Salı

24 Kasımlar, Öğretmenler



Devlet okulunda okuyanlar bilirler

Elleri sigara kokardı öğretmenlerin.

Vurduğu tokatların sızısı yüzümüzden, eldeki izmarit kokusu burnumuzdan gitmezdi.

Sözlüye kaldırırlardı. Beklediği cevabı alamadığında rencide etmeye çalışanları vardı.

Öğretmenler günü geldiğinde çeşit çeşit hediyeleri kabul etmek zorunda kalırlardı.

Bazıları vardı ki her öğrenciye isim takarlardı.

Başarılılara ayrı başarısızlara ayrı bakarlardı.

Okulları kışlaya benzetenler bile olurdu.

Genelde öğrencilerine soyadları ile hitap ederlerdi. (Benim soy ismim normalde kız ismi olarak

kullanıldığından iyice kıl olurdum )

Kimisi, öğrenmediğini öğretemediğinden rahatsız da olmazdı.

Müfettiş hikayeleri hababam sınıfından farklı değildi.

Daha bir sürü işe yaramaz çeşidi vardı...

Elime ilk cetveli yediğim günden sonra soğudum onlardan daha 7 bile değildim.

Ama aralarında iyileri de vardı.

Dersini sevdirmekten öte, gezilere, tiyatroya götürenleri vardı.

Öğrenciyi ismiyle hatırlayanı vardı.

Keyifli ders işleyenleri hatırlar gibiyim.

Gülümseyenleri, gerçekten anaç olanları, babacan olanları vardı.



Şu an bu konu çok karmaşık benim için... sevdiklerim de var nefret ettiklerim de...

Şimdi Öğretmenler Günü gelmiş iyileri ayıralım, sevelim, sayalım, günlerini kutlayalım...





14 Kasım 2009 Cumartesi

Cumartesi çalışmak.

Haftanın altı günü çalışmak veya sadece pazar izin yapmak gibi bir başlık ta atılabilirdi. Ama en acı vereni cumartesi çalışmak. Yıllardır iş güç aleminde irili ufaklı kuruluşların bünyesinde mesai doldurdum. Çok azında 2 gün izin yaptığımı hatırlıyorum. Zaten zamanı en ekonomik kullanabildiğim dönemler o iş yerlerindeki huzurlu günlerime rastlar. Her iş görüşmesinde aslında ilk öğrenmek istediğim madde o harika Cumartesi gününde çalışıp çalışmadıkları olmuştu. Hep aynı sözler konuşuldu. Bu konuda bir düzenlememiz olacak sorun etmeyin gibi cümlelerle geçti zaman. Çünkü o an için bir cevap vermek gerekiyordu talihli işverene. Çünkü hiç bir işi cumartesi çalışıyorlar diye reddetmedim ben.

2001-2005 arasında pazar günleri bile çalıştığım iş yerinden nasıl nefret ettiğimi anlatayım. O dönem İngiltere Premier Ligini Ntv yayınlıyordu. Okay Karacan, Murat Kosova gibi işin ehli spikerlerden o maçları hiç izleyemedim ben. Oysa en güzel maçları cumartesileri yayınlıyorlardı. Okay Karacan'ın sıradan bir golü bile abartılı anlatışı Premier Ligi en gözde liglerden biri yapmıştı yurdumda ama ben yetiştirmem gereken muhtasar beyannameleri dolduruyordum.

Mesela benim cumartesi nerede olduğumu herkes biliyordu. Cumartesi gününü gezmeye tozmaya, alışverişe ayıran arkadaşlar önce bizim büroya uğrar çayını içer sohbetini yapar daha sonra beni Leitz klasörlerin ve boş beyannamelerin arasında bırakıp kendilerini ise İstanbul sokaklarına atarlardı. O dönemlerde bugünkü gibi Facebook yoktu. Yani bizim bir sanal çiftliğimizde olamıyordu. Fakat Messengerdaki kişi listesinin seyrekliği herkesin iş dışında olduğunun bir kanıtıydı. İşte o zaman sadece Messengerde değil hayatın içinde de çevrimdışı olabilmenin varlığını hissediyordum.

Hiçbir Formula 1 sıralama turunu ekran başında izleyemedim ben. Hiç bir tur şirketinin internet sitesine girip hafta sonu kaçamakları için rezervasyon yapamadım. İnsanlar harıl harıl Göreme turu yaparken ve bense kız kulesini göremez olmuştum. Cumartesi tam mesai demek büyük bir huzursuzluk demekti. Çünkü iş hiç bitmedi ve bitmeyecekti. Geçen zaman geri gelmeyecekti ve gelmedi. En basitinden şimdi şifreli kanal veriyor Premier Ligi. Hadi seyret bakalım şimdi seyredebilirsen.

Okul yıllarından bu yana izleyebildiğimiz Beyaz Şovu izleyemez hale gelmiştim. Ertesi gün işe gitme duygusu o programı seyretme keyfine limon sıkıyordu adeta. Sabah herkes evde uyurken kalkıp evden çıkmak. Bir önceki güne göre çok daha seyrek olan otobüs durağında daha uzun süre otobüs beklemek ve boş yollarda hızlı bir şekilde ulaşacağın iş yerinden sandığından daha fazla nefret etmek huzursuzluk ve mutsuzluğun ifadesiydi.

Neden çalışıyorduk ? Para kazanıp, o parayı harcayabileceğimiz ortamlarda yaşayıp mutlu olmak için. Peki ne yapıyoruz ? Aylık ücreti karşılığında hayatımız satıyoruz. Özgürlüğümüzü kısıtlıyoruz. Yani en azından ben bunu büyük kayıp görüyorum. Her cumartesi öğleden sonra haftanın yorgunluğunu hissediyor yemek sonrası giderek yavaşlayan bir performansım oluyor. Sonra bu yorgunlukla neden buradayım diye sorgularken ? sinirlendiğimi de fark ediyorum. Devamında da baş ağrısı geliyor. Akşam 5 e doğru nihayete eren cumartesi mesaisi benim başıma dışarı çıkıp hava almak yerine, eve gidip yatmam gerekiyor diyen yeni bir patron oluyor. Bu güzel cumartesi akşamı iş çıkışı nereye gidilir diye düşünmek yorgun bedene yapılmış ağır bir küfür oluyor.

Günümüzün moda deyimlerinden kurumsallık yerle bir olmuş oluyor. Çalışanların performanslarını morallerinin bozukluğu etkiliyor. Ortaya bir yığın mutsuzluk salınıyor. Şimdi gel de o prezentable görünüme layık ol. Şimdi gel de analitik düşün. Şimdi gel de üretken ol.

Bugün bir sürü işsizin olduğu ortada. Benim yerime bu işi yapacak en az 100 kişi başvurur firma ilan verse. Yani ben bundan şikayet ederken başkaları sorunsuzca katlanacak bu duruma. Çünkü işte sıkıntı çekmek işsiz kalıp sıkıntı çekmekten 1000 kat daha iyi gelecek. Benim mecburen katlandığım gibi. Durum değişmiyor zenginlerin işini yapıp onları daha da zengin etmeye devam. Bizim mutsuzluğumuz onların mutluluğu olacak.